بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ
اَلطَّيِّبَاتُ لِلّٰهِ وَ الصَّلَوَاتُ عَلٰى نَبِيِّهِ
İkinci Makale
Belâgatın ruhuna taalluk eden birkaç meselenin beyanındadır.
Birinci Mesele
Tarih lisan-ı teessüfle bize ders veriyor ki: Saltanat-ı Arab'ın cazibesiyle A’cam, Arablara muhtelit olduklarından, Kelâm-ı Mudarî'nin melekesi denilen belâgat-ı Kur’aniyenin madenini müşevveş ettikleri gibi; öyle de Acemlerin ve acemîlerin belâgat-ı Arabiyenin sanatına girdiklerinden fikrin mecra-yı tabiîsi olan nazm-ı maaniden, zevk-i belâgatı nazm-ı lâfza çevirmişlerdir. Şöyle ki:
Efkâr ve hissiyatın mecra-yı tabiîsi nazm-ı maanidir. Nazm-ı maani ise mantıkla müşeyyeddir. Mantığın üslûbu ise müteselsil olan hakaika müteveccihtir. Hakaika giren fikirler ise karşısında olan dekaik-ı mahiyatta nafizdirler. Dekaik-i mahiyat ise âlemin nizam-ı ekmeline mümid ve müstemiddirler. Nizam-ı ekmelde her bir hüsnün menbaı olan hüsn-ü mücerred mündemiçtir. Hüsn-ü mücerred ise mezâyâ ve letaif denilen belâgat çiçeklerinin bostanıdır. Çiçeklerin bostanı, cinan-ı hilkatte cilveger olan ezhara perestiş eden ve şair denilen bülbüllerin nağamatıdır. Bülbüllerin nağamatına aheng-i ruhanî veren ise nazm-ı maanidir.