Kezalik dinden bir şeyi fasl veya olmayanı vasletmek, ikisi de caiz değildir. Belki hikâyatın bakırları ve İsrailiyatın müzahrefatı ve teşbihatın mümevvehatı elmas-ı akidede, cevher-i şeriatta, dürer-i ahkâmda idhal etmek; kıymetini daha ziyade tenzil ve müteharri-i hakikat olan müşterisini daha ziyade tenfir ve pişman eder.
Hatimenin hatimesi: Bir adam müstaid ve kabil olduğu şeyi terk ve ehil olmayan şeye teşebbüs etmek, şeriat-ı hilkate büyük bir itaatsizliktir. Zira şanı odur ki; istidadı, sanatta intişar ve tedahül; ve sanatın mekayısına ihtiram ve muhabbet; ve nevamisine temessül ve imtisal.. elhasıl, fenâ fi’s-sanat olmaktır. Vazife-i hilkat bu iken, bu yolsuzlukla sanatın suret-i lâyıkasını tağyir eder ve nevamisini incitir. Ve asıl müstaid olduğu sanata olan meyliyle; teşebbüs ettiği gayr-ı tabiî sanatın suretini çirkin eder. Zira bilkuvve olan meyil ve bilfiil olan sanatın imtizaçsızlığı için bir keşmekeş olur. Bu sırra binaen pek çok adam meylü’l-ağalık ve meylü’l-âmiriyet ve meylü’t-tefevvuk ile mütehakkim geçinmek istediğinden, ilmin şanında olan teşvik ve irşad ve nasihat ve lütfu terkedip kendi istibdad ve tefevvukuna vesile-i cebr ve ta’nif eder. İlme hizmete bedel, ilmi istihdam eder. Buna binaen vezaif, ehil olmayanın ellerine geçti. Bahusus medaris, bunun ile indirasa yüz tuttu. Buna çare-i yegâne: Daire-i vahidenin hükmünde olan müderrisleri, Dârülfünun gibi çok devaire tebdil ve tertib etmektir. Tâ herkes sevk-i insanisiyle hakkına gitmekle, hikmet-i ezeliyenin emr-i manevisini, meyl-i fıtrisiyle imtisal edip kaide-i taksimü’l-a’mâle tatbik edilsin.
Tenbih: Ulûm-u medarisin tedennisine ve mecra-yı tabiîden çevrilmesine bir sebeb-i mühim budur: Ulûm-u aliye ( اٰلِيَه ) maksud-u bizzat sırasına geçtiğinden, ulûm-u âliye ( عَالِيَه ) mühmel kaldığı gibi, libas-ı mana hükmünde olan ibare-i Arabiyenin hâlli ezhanı zabtederek, asıl maksud