Hem de sabittir ki: Ekrem-i halk benî-âdemdir. İstidadı ve sanatı buna şahiddir. Hem de benî-âdemin en eşrefi, ehl-i hak ve hakikat olan doğru Müslümanlardır. Hakaik-i İslâmiyet buna şehadet ettiği gibi istikbalin vukuatı da tasdik edecektir. Hem de sabittir ki: Ekmel-i küll Muhammed’dir (Aleyhissalâtü vesselâm). Mucizatı ve ahlâk-ı kâmilesi şehadet ettiği gibi, muhakkikîn-i nev-i beşer de tasdik ederler. Hattâ a’dâsı da teslim ediyorlar ve etmeye mecburdurlar.
Vakta ki bu böyle, şu şöyle ve o öyledir. Acaba nev-i beşer şekavetiyle o fünunların şehadetini cerh ve istikra-i tammı nakz ve ibtal ve meşiet-i ilâhiyesinin karşısında temerrüd, taannüde muktedir olacak mıdır? Kellâ, muktedir olmaz ve olamaz. Âdil ve Hakîm-i Mutlak’ın Rahman ve Rahîm ismine kasem ederim: Nev-i beşer, şer ve kubh ve bâtılı, zahmetsiz yani biselâmeti’l-emr ile hazmedemeyecektir. Hem de hikmet-i ilâhiye müsaade etmeyecektir.
Evet hukuk-u umumiye-i kâinata cinayet eden afvolunmaz, râh-ı adem verilmez. Evet binler sene şerrin galebesi yalnız bu dünyada en ekall bin sene mağlubiyet-i mutlaka ile netice verecektir. Âlem-i uhrada hayr, şerri idam-ı ebedî ile mahkûm edecektir. Yoksa âlemin muntazama ve mükemmele ve evamir-i ilâhiyeye mutia olan sair enva ve ecnas; bu perişan ve şekavetçi olan nev-i beşeri kendileri içinde kabul etmeyerek, hukuk-u vücuddan iskat ve zulmethane-i ademe nefy ve vazife-i hilkatten tardetmek, iktiza ve arz-ı hâl edeceklerdir. Bu ise bütün istidadat-ı beşeriyeyi ve âlemde saltanat sürmek ve ahirette saadet-i ebediyeye mazhar olmak için mücehhez edilen kabiliyatı ve müyulâtı abes ve beyhude olmaklığı istilzam eder. Abes ise istikra-i tamma münakız olduğu gibi Sâni-i Hakîmin hikmetine dahi muarız ve Nebiyy-i Sadıkın hükmüne de muhaliftir. Evet istikbal bu davaların bir kısmını tasfiye edecektir. Fakat tamam tasfiyesi ise ahirette görülecektir. Şöyle: Eşhastan kat’-ı nazar, nev’î ve umumî hüsn ve hakkın meydan-ı galebesi istikbaldir.