yüksek ses ile ilân ediyor ki: Dehre ve tabayi-i beşere, damen-i kıyamete kadar hâkim olacak, yalnız âlem-i kevnde adalet-i ezeliyenin tecelli ve timsali olan hakikat-ı İslâmiyettir ki, asıl insaniyet-i kübra denilen şey odur. İnsaniyet-i suğra denilen mehasin-i medeniyet, onun mukaddimesidir. Görülmüyor mu ki: Telâhuktan neşet eden tenevvür-ü efkâr ile toprağa benzeyen evham ve hayalâtı hakaik-i İslâmiyenin omuzu üzerinde hafifleştirmiştir. Bu hâl gösteriyor ki: Nücum-u sema-yı hidayet olan o hakaik tamamen inkişaf ve tele’lü ve lem’a-nisar olacaktır. عَلٰى رَغْمِ اُنُوفِ الْاَعْدَاءِ
Eğer istersen istikbal içine gir, bak! Hakikatlerin meydanında hikmetin taht-ı nezaret ve murakabesinde teslis içinde tevhidi arayanlar, safsata ederek asıl tevhid-i mahz ve itikad-ı kâmil ve akl-ı selim kabul ettiği akide-i hak ile mücehhez ve seyf-i bürhan ile mütekallid olanlarla mübareze ve muharebe ederse; nasıl birden mağlub ve münhezim oluyor...
Kur’an’ın üslûb-u hakîmanesine yemin ederim ki: Nasara’yı ve emsalini havalandırarak dalâlet derelerine atan, yalnız aklı azl ve bürhanı tard ve ruhbanı taklid etmektir. Hem de İslâmiyeti daima tecelli ve inbisat-ı efkâr nisbetinde hakaiki inkişaf ettiren, yalnız İslâmiyetin hakikat üzerinde olan teessüs ve bürhan ile takallüdü ve akıl ile meşvereti ve taht-ı hakikat üstünde bulunması ve ezelden ebede müteselsil olan hikmetin desatirine mutabakat ve muhakâtıdır. Acaba görülmüyor: Âyatın ekser fevatih ve havatiminde nev-i beşeri vicdana havale ve aklın istişaresine hamlettiriyor. Diyor: اَفَلَا يَنْظُرُونَ ve فَانْظُرُوا ve اَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ ve اَفَلَا يَتَذَكَّرُونَ