ahval-i beşeri güya bir meclis-i vahid, bir zaman-ı vahidin ehli gibi tanzim eden öyle bir adaleti tesis eder. Eğer o şeriatın nevamisinden sual edersen ki: Nereden geliyorsunuz? Ve nereye gideceksiniz? Sana şöyle cevab verecekler ki: Biz kelâm-ı ezelîden gelmişiz. Nev-i beşerin selâmeti için ebedin yolunda refakat için ebede gideceğiz. Şu dünya-yı faniyeyi kestikten sonra, bizim surî olan irtibatımız kesilirse de; daima maneviyatımız beşerin rehberi ve gıda-yı ruhanîsidir.
Hatime: Şübehat ve şükûkun üç menbaları vardır. Şöyle: Eğer maksud-u şâri’den ve efkârın istidadları nisbetinde olan irşaddan tecahül edip, bütün evham-ı seyyienin yuvası hükmünde olan şöyle bir mağlata ile itiraz edersen ki, şeriatın başı olan Kur’an’da üç nokta vardır:
Birincisi: Kur’an’ın mâbihi’l-imtiyazı ve vuzuh-u ifade üzerine müesses olan belâgata münafidir ki, vücud-u müteşabihat ve müşkilâttır.
İkincisi: Şeriatın maksud-u hakikisi olan irşad ve talime münafidir ki, fünun-u ekvanda bir derece ibham ve ıtlakatıdır.
Üçüncüsü: Tarik-i Kur’an olan tahkik ve hidayete muhaliftir. İşte o da bazı zevahiri, delil-i aklînin hilâfına imale edip, hilâf-ı vakıa ihtimalidir.
Ey birader!.. Tevfik Allah’tandır. Ben de derim ki: Sebeb-i noksan gösterdiğin olan şu üç nokta, tevehhüm ettiğin gibi değildir. Belki üçü de i’caz-ı Kur’an’ın en sadık şahidleridir. İşte:
Birinci Noktaya Cevab: Zaten iki defa şu cevabı zımnen görmüşsün. Şöyle ki: Nâsın ekseri cumhur-u avamdır. Nazar-ı şâri’de ekall, eksere tabidir. Zira avama müvecceh olan hitabı, havass fehm ve istifade ediyorlar. Bilakis olursa olamaz. İşte cumhur-u avam ise, me’luf ve mütehayyelatından tecerrüd edip hakaik-i mücerrede ve makulat-ı sırfeyi temaşa edemezler.