ukulün meşveret ve istinbatatına havale etmiştir ki; bu fünunun mecmuuna değil, belki ekalline on üç asır terakkiden sonra en medenî yerlerde en harika zekâ ile mevsuf olanlar, tâkat-ı beşerin haricinde -bahusus o zamanda- olduğunu tasdikten vicdan-ı munsıfane seni men’edemiyor.
İşte fazl odur ki; a’dâ ona şehadet ede. Yeni Dünya’nın en meşhur feylesofu olan Carlayl, Almanya’nın meşhur bir hakîminden ve rical-i siyasiyesinden naklen diyor ki: “O tedkikatından sonra kendi kendine sual ederek demiş: İslâmiyet böyle olursa acaba medeniyet-i hazıra hakaik-i İslâmiyetin dairesinde yaşayabilir mi?” Kendisi kendine “Evet” ile cevab veriyor. Şimdiki muhakkikler o daire içinde yaşamaktadırlar. Evvelki feylesof dahi diyor ki: “Hakaik-i İslâmiyet çıktıkları zaman; ateş-i cevval gibi hatabın parçalarına benzeyen sair efkâr ve edyanı bel’ etti. Hem de hakkı vardır. Zira başkaların safsatiyatından birşey çıkmaz.” ilâ âhirihi...
Evet on üç asırdan beri o kadar dehşetli müsademata karşı hakaikini muhafaza etmiştir. Belki bu müsademe, keşmekeş; hakikat-ı İslâmiyetin omuzu üstünden türab-ı hafâyı terkik ve tahfif ediyor. Neam, vücud ve hâl-i âlem buna şahiddir. Makale-i ûlâdaki mukaddematı nazara almak gerektir.
Vehim ve Tenbih: Eğer desen: Her bir fende yalnız bir fezlekeyi bilmek bir adam için mümkündür...
Elcevap: Neam, lâ!.. Zira öyle bir fezleke ki: Hüsn-ü isabet ve mevki-i münasibde ve münbit bir zeminde istimal gibi.. sabıkan mezkûr sair noktalar ile cam gibi maverasından ıttılâ-ı tam ve melekeyi gösteren fezlekeler mümkün değildir. Evet, kelâm-ı vahid iki mütekellimden çıkarsa; birinin cehline ve ötekisinin ilmine bazı umur-u mermuze-i gayr-ı mesmua ile delâlet eder.
İşaret ve İrşad ve Tenbih: Ey benimle şu kitabın evvel-i menazilinden hayaliyle seyr ü sefer eden birader-i vicdan! Geniş bir nazar ile nazar et ve muvazene et. Kendi hayalinde muhakeme etmek için bir meclis-i âliyeyi teşkil et.