Birinci Meslek
Yani, mesele-i âliye-i zatiyeyi temaşa etmekte dört nükteyi bilmek lâzımdır:
Birincisi: لَيْسَ الْكَحَلُ كَالتَّكَحُّلِ kaidesine binaen sun’î ve tasannuî olan şey, ne kadar mükemmel olsa da, tabiî yerini tutmadığından heyetinin feletatı, müzahrefiyeti îma edecektir.
İkincisi: Ahlâk-ı âliyenin, hakikatin zeminiyle olan rabıta-i ittisali ciddiyettir. Ve deveran-ı dem gibi hayatlarını idame eden ve imtizaçlarından tevellüd eden haysiyete kuvvet veren, heyet-i mecmuasına intizam veren yalnız sıdktır. Evet şu rabıta olan sıdk ve ciddiyet kesildiği anda, o ahlâk-ı âliye kurur ve hebaen gidiyor.
Üçüncüsü: Umur-u mütenasibede temayül ve tecazüb ve mütezadde olan eşyalarda tenafür ve tedafü kaide-i meşhuresi, maddiyatta nasıl cereyan ediyor; maneviyat ve ahlâkta dahi cereyan eder.
Dördüncüsü: لِلْكُلِّ حُكْمٌ لَيْسَ لِكُلٍّ Şimdi gelelim maksada: İşte âsâr ve siyer ve tarih-i hayatı... Hattâ a’dânın şehadetleriyle, Zat-ı Peygamber’de vücudu muhakkak olan ahlâk-ı âliyenin kesret ve ihata ve tecemmu ve imtizacından tevellüd eden izzet ve haysiyetten neşet eden şeref ve vakar ve izzet-i nefs ile ferişteler, devlerin ihtilât ve istiraklarından tenezzühleri gibi sırr-ı tezada binaen, o ahlâk-ı âliye dahi hile ve kizbden tereffu ve tenezzüh ve teberri ederler. Hem de hayat ve mayeleri makamında olan sıdk ve hakkıyeti tazammun ettiklerinden, şule-i cevvale gibi nübüvveti aleniyete çıkarıyor.