İşte, felsefe-i beşeriyenin en acib, en antika hatasından birisi de şudur ki: Cüz’-i ihtiyarisi ve iradesi en zâhir ve küçük fiili olan “söylemeğe” kâfi gelmiyor; icad edemiyor. Yalnız havayı harflerin mahrecine sokuyor. Bu cüz’î kesb ile Cenab-ı Hak, onun o kesbine binaen o kelimatı halk eder. Havaya da binler nüsha yazar. Bu kadar icaddan insanın eli kısa olduğu halde, bütün esbab-ı kâinat âciz kaldıkları bir harika küllî mucizat-ı kudrete beşer icadı namını vermek, ne kadar büyük bir hata olduğunu zerre kadar şuuru bulunan anlar.
İşte bunun bir misali, yüz bin harikaları tazammun eden bir kanun-u ilâhiyi, beşerin istifadesine vesile olmak için bir keşfiyat, yani fiili dualarına bir nevi kabul hükmünde bir ilham-ı ilâhî ile keşf olan radyo ile, beşer istifadesine vesile olan biçare, âciz-i mutlak bir insana; “Hah!.. Radyoyu filân keşşaf icad etti ve elektrik kuvvetini buldu. Ve bazı keşşaflar da, beşerin kafasını okumak için bir madde icad etmeğe çalışıyorlar(!)”
Evet, Cenab-ı Hak, –bu kâinatı; insana lâzım ve layık her şeyi içinde halk etmiş bir misafirhanedir– ziyafetler nev’inde bazı zaman ve asırlarda gizli kalmış nimetlerini dua-yı fiilî olan telahuk-u efkârdan ileri gelen taharriyat neticesinde ellerine ihsan eder. Buna karşı şükür etmek lâzım gelirken, bir küfran-ı nimet nevinden âdi, aciz bir insanın icadı, hüneri nazarıyla bakıp; sonra o küllî bir şuur ve ilim ve irade ve rahmet ve ihsanın neticesi olan o harikaları unutturup, yalnız ince bir perdesini gösterip; şuursuz tesadüfe, tabiata ve camid maddelere havale edip, ahsen-i takvimde olan insaniyetin mahiyetine zıd bir cehl-i mutlak kapısını açmaktır. Öyle ise: وَ فٖى كُلِّ شَىْءٍ لَهُ اٰيَةٌ تَدُلُّ عَلٰى اَنَّهُ وَاحِدٌ düsturuyla, mahlûkata mana-yı harfiyle bakmak elzemdir ki insan, insan olsun.