bilecek ve söyleyenlerin yerlerini görecek ve yakın uzak her şeyi işitecek ve her şiveyi ve her harfin tarzını tam bilecek ve çok işleri beraber şaşırmadan görecek bir kudret-i mutlaka ve irade-i tammeye malik olacak; bu ise hava zerreleri adedince muhal olmasından, elbette ve elbette şüphesiz ve kat’i bir zaruretle o zerrelerin her biri, Sâni-i Hakîmi bütün sıfatıyla gösterip şehadet eder. Adeta küçük bir mikyasta âlemin büyük şehadeti kadar şehadetleri vardır.
Demek zerrat-ı havaîye adedince salâvatları ifade eden –Mirac-ı Ahmedî’de aleyhissalâtü vesselâm– الصَّلَوَاتُ لِلَّهِ denilmiştir...
Sonra اَلطَّيِّبَاتُ لِلَّهِ kelime-i tayyibe söylendiği vakit, birden nar ile nur unsuru yani, hararetli ve hararetsiz maddî ve manevî nur unsuru bir küllî dil olarak hadsiz ve nihayetsiz bir surette lisan-ı hâl ile hadsiz diller ile اَلطَّيِّبَاتُ لِلَّهِ diyor. Yani: “Bütün güzel sözler, güzel manalar, harika güzel cemaller ve bütün kâinatın yüzünde cemalleri görünen ezelî esma-i hüsnanın cilveleri ve başta enbiyalar, evliyalar, asfiyalar olarak bütün ehl-i imanın imanları ile kâinatın ve mahlûkatın görünen güzellikleri ve ehl-i imanın imanlarından neşet eden güzel sözler, hamdler, şükürler, tevhidler, tehliller, tesbihler, tekbirler اِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ sırrı ile arş-ı âzam tarafına giden o kelimat-ı tayyibeleri ve dünyanın üç adet yüzünden, gayet güzel olan esma-i ilâhiyeye ayinelik eden birinci yüzündeki hadsiz güzellikler, tayyibeler; ve dünyanın ahiret tarlası olan ikinci yüzündeki hadsiz hasenatlar, hayırlar ve manevî meyveler ve güzellikler, tamamıyla ezel-ebed sultanı Kadîr-i Zülcelâle mahsustur” diye, nâr ve nur unsurunun bu küllî dili ile bu küllî ubudiyeti, Mabud-u Zülcelâle takdim etmek manasında olarak, Fahr-i Kâinat aleyhissalâtü vesselâm, umum mahlûkat hesabına اَلطَّيِّبَاتُ لِلَّهِ demiş. Çünkü maddî ve manevî nur unsuru, mazhar oldukları vazifelerinin umumu hem beraber, hem ayrı ayrı Zat-ı Vacibü’l-Vücuda işaret ve şehadet ettikleri milyarlar numuneleri var.