Yirmi Dokuzuncu Mektubun İkinci Makamının en baş sahifesindeki sual ve cevaptan sonra şu nükte yazılacak:
“Bu risalenin sebeb-i telifi: Kur’an’ın tercümesini Kur’an yerinde camilerde okutmak olan dehşetli sû-i kasdına karşı bir nevi mukabeledir. Ziyade tafsilât ve lüzumsuz bahisler girmiş. Fakat o mücahidane ve heyecanlı mukabelede kıymettar bir gaybî anahtarı hissedip meczubane arattırmak içinde lüzumsuz tafsilât ve zaif ve pek ince emareler dahi girmiş.
Kalbime geldi ki: Yirmi Dokuzuncu Mektubun gayet ehemmiyetli ve lüzumlu ve parlak ve îcazlı olan Birinci Makamı, bu İkinci Makamın bütün kusuratını ve israfatını affettirir.”
Ben de kemal-i sürurla şükrettim, o kusurları unuttum.
* * *
بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ
اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفَاتِ رَسَائِلِ النُّورِ
Muhterem Ahmed Hamdi Efendi Hazretleri!
Bir hadise-i ruhiyemi size beyan ediyorum: Çok zaman evvel zatınız ve sizin mesleğinizdeki hocaların, zarurete binaen ruhsat'a tabi ve azimet-i şer’iye'yi bırakan fikirler, benim fikrime muvafık gelmiyordu. Ben hem onlara, hem sana hiddet ederdim. “Neden azimeti terk edip ruhsata tabi oluyorlar?” diye Risale-i Nur’u doğrudan doğruya sizlere göndermezdim. Fakat üç-dört sene evvel yine şiddetli, kalbime sizi tenkidkârane bir teessüf geldi. Birden ihtar edildi ki:
“Bu senin eski medrese arkadaşların olan başta Ahmed Hamdi gibi zatlar, dehşetli ve şiddetli bir tahribata karşı ehvenü’ş-şer düsturuyla mümkün olduğu kadar bir derece bir kısım vazife-i ilmiyeyi, mukaddesatın muhafazasına sarfedip, tehlikeyi dörtten bire indirmeleri, onların mecburiyetle bazı noksanlarına ve kusurlarına inşaallah keffaret olur.” diye kalbime şiddetli ihtar edildi. Ben dahi sizleri ve sizin gibilerini, o vakitten beri yine eski medrese kardeşlerim ve ders arkadaşlarım diye hakiki uhuvvet nazarıyla bakmağa başladım.