onun lem’aları izhar edilir. Ve nimet ise, şükür niyetiyle ilân etmek, bir tahdis-i nimettir. وَ اَمَّا بِنِعْمَةِ رَبِّكَ فَحَدِّثْ ayeti izharına emreder. Benim için medar-ı fahr ve gurur olacak bir liyakatım ve istihkakım olmadığını kasemle itiraf ediyorum: Ben çekirdek gibi çürüdüm ve kurudum. Bütün kıymet ve hayat ve şeref o çekirdekten çıkan şecere-i Risale-i Nur ve mucize-i maneviye-i Kur’aniyeye geçmiş biliyorum. Ve öyle itikad ettiğimden i’caz-ı Kur’anî hesabına izhar ederim. Bütün kıymet bir mucize-i Kur’aniye olan Risale-i Nur’dadır. Hatta eskiden beri taşıdığım Bediüzzaman ismi onun imiş, yine ona iade edildi. Risale-i Nur ise, Kur’an’ın malıdır ve manasıdır. Bu remizde hususi kanaatımı teyid eden ve kendime mahsus çok emare ve karineler var. Fakat başkalara isbat edemediğimden yazamıyorum. Yalnız iki-üçüne işaret etmeğe münasebet gelmiş.
Birincisi: Ben Celcelutiye’yi okuduğum vakit, sair münacatlara muhalif olarak kendim bizzat hissiyatımla münacat ediyorum diye hissederdim. Ve başkasının lisanıyla taklidkârane olmuyordu. Benim için gayet fıtrî ve dertlerime alâkadar ve tefekkürat-ı ruhiyeme hoş bir zemin oluyordu. Birkaç sene sonra kerametini ve Risale-i Nur ile münasebetini gördüm ve anladım ki; o hâlet, bu münasebetten ileri gelmiş.
İkincisi: Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) başta,
رُوحٖى بِهِ اهْتَدَتْ اِلٰى كَشْفِ اَسْرَارٍ بِبَاطِنِهِ انْطَوَتْ ve ortalarında,
وَاَمْنِحْنٖى يَا ذَا الْجَلَالِ كَرَامَةً ۞ بِاَسْرَارِ عِلْمٍ يَا حَلٖيمُ بِكَ انْجَلَتْ ve ahirde,
مَقَالُ عَلِىٍّ وَ ابْنِ عَمِّ مُحَمَّدٍ ۞ وَ سِرُّ عُلُومٍ لِلْخَلَائِقِ جُمِّعَتْ
bir hazine-i ulûm olarak gösteriyor. Halbuki, zâhirinde yalnız bir münacattır.