çok emareler ve karinelerle o şakird, Said olduğu isbat edilmiş. Ve orada o şakirdine demiş:
اَحْرُفُ عُجْمٍ سُطِّرَتْ تَسْطٖيرًا ۞ بِتَّ بِهَا الْاَمٖيرُ وَالْفَقٖيرَا Yani, ecnebi hurufları bin üç yüz kırk sekizde tamim edilecek, çoluk-çocuk emirler ve fakirler icbar suretinde gece dersleriyle öğrenmeye çalışacaklar.
Evet سُطِّرَتْ تَسْطٖيرًا cümlesi tam tamına; iki ت sekiz yüz, iki س yüz yirmi, iki ر dört yüz, iki ط on sekiz, bir ى on, mecmuu bin üç yüz kırk sekizdir. Aynı tarihte lâtinî huruflarına gece dersleriyle cebren çalıştırıldı. Sonra İmam-ı Ali (r.a.) sekine ile meşgul olan Said’e (r.a.) bakar, konuşur. Akabinde يَا مُدْرِكًا لِذٰلِكَ الزَّمَانِ der. İki-üç yerde kuvvetli işaret ile Said (r.a.) ismini verdiği şakirdine hitaben, “Kendini Sekine ile dua edip muhafazaya çalış.” “Yâ-i nidâi”den sonra müteaddid karineler ve emareler ile Said var. يَا سَعٖيدُ مُدْرِكًا لِذٰلِكَ الزَّمَانِ olur. Bu fıkra nasıl ki مُدْرِكًا kelimesiyle “el-kürdî” lâkabına hem lâfzen, hem cifren bakar. Çünkü mim’siz دركًا Kürt kalbidir. (Haşiye) Mim ise, ل ve ي ’ye tam muvafıktır. Öyle de; diğer bir ismi olan Bediüzzaman lâkabına dahi “ez-zaman” kelimesiyle ima etmekle beraber bin üç yüz elli dört veya bin üç yüz elli beş makam-ı cifrîsiyle Said’in (r.a.) hakikat-ı hâlini ve hilâf-ı âdet vaziyetini ve hıfz u vikaye için kesretli duasını ve halvet ve inzivasını tamamıyla tabir ve ifade ettiğinden sarahata yakın bir surette parmağını onun başına o kasidede teselli için basıyor. Burada da بِهِ النَّارُ اُخْمِدَتْ sırrına mazhar olan Risale-i Nur’u alkışlıyor.