Ve Kur’an’ın i’caz-ı manevisi ona rehber ve mürşid ve üstad oldu. Fakat maatteessüf o gençlik zamanında çok aldatıcı arızalar yüzünden bilfiil o vazifenin başına geçmedi. Bir zaman sonra harb-i umumînin tarraka ve gürültüsü ile uyandı. O sabit fikir canlandı, bilkuvveden bilfiile çıkmağa başladı.
İşte hem ona, hem Risaletü’n-Nur’a çok alâkası bulunan bu bin üç yüz on altı tarihine çok ayetler müttefikan bakarlar. Meselâ; Nasıl ki, هَدٰينٖى رَبّٖٓى اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَقٖيمٍ ayeti tam tamına tevafukla işaret eder. Aynen öyle de; bir ayet-i meşhure olan اِنَّ رَبّٖى عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَقٖيمٍ makam-ı cifrîsi şeddeli ن bir ن sayılsa ve tenvin sayılmazsa bin üç yüz on altı ederek aynen tam tamına o tarihe işaret eder. Hem nasıl ki, yedi-sekiz surelerde gelen ayetler ve o ayetlerde gelen “Sırat-ı müstakim” cümleleri Risaletü’n-Nur ismine tevafukla beraber, bu mezkûr iki ayet gibi bir kısmı Risaletü’n-Nur telifinin tarihini de gösterir. Aynen öyle de; yedi adet surelerin başlarında yedi defa تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ cümle-i kudsiyesi makam-ı cifrîsi olan bin üç yüz on altı veya yedi ederek aynen tam tamına o bin üç yüz on altı tarihine tevafukla işaret ettiği gibi طٰسٓ تِلْكَ اٰيَاتُ الْقُرْاٰنِ ayeti dahi aynen bin üç yüz on altı ederek o bin üç yüz on altı tarihine tevafukla işaret eder. Güya nasıl ki asr-ı saadette Kur’an’daki iman hakikatlerine alâmetler, deliller ve o Kitab-ı Mübinin davalarına bürhanları ve hüccetleri gözlere de göstermek manasında tekrar ile,
تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ ۞ تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ ۞ تِلْكَ اٰيَاتُ الْقُرْاٰنِ
fermanlarıyla Kur’an-ı Mucizü’l-Beyan ilânat yapıyor. Öyle de, bu dehşetli asırda dahi bir mana-yı işarîsiyle o âyât-ı Furkaniyenin bürhanları ve hakkaniyetinin