nazarıyla مَغْضُوبِ ۞ ضَّۤالِّينَ cereyanıyla baktılar. Gördü ki: Küre-i arzdan bin defa büyük, top güllesinden yüz defa çabuk hareket edenler içlerinde bulunan binler kütleler, ateş saçan yıldızlar; şuursuz, camid, serseri gibi birbiri içinde süratle gezerler. Bir dakika bir tesadüfle biri yolunu şaşırsa; o boş ve hudutsuz ve hadsiz, nihayetsiz âlemde bir şuursuz küre ile çarpmak suretinde kıyamet gibi bir herc ü merce sebep olur.
O seyyah, hangi tarafa baktı ise; dehşet ve vahşet ve hayret ve korkmak aldı, göğe çıktığına bin pişman oldu. Akıl ve hayal, bütün bütün bozuldular. “Bizim vazifemiz güzel hakikatleri görmek ve göstermek iken, böyle Cehennem gibi çirkin ve azaplı manaları bilmek, müşahede etmek vazifesinden istifa ediyoruz ve istemiyoruz.” derken, birden:
اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ tecellisi ile,
خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ ve مُسَخِّرُ الشَّمْسِ وَالْقَمَرِ ve رَبُّ الْعَالَمِينَ gibi çok isimler, her biri birer güneş gibi, وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِمَصَابٖيحَ ve اَفَلَمْ يَنْظُرُٓوا اِلَى السَّمَٓاءِ فَوْقَهُمْ كَيْفَ بَنَيْنَاهَا وَزَيَّنَّاهَا ve ثُمَّ اسْتَوٰٓى اِلَى السَّمَٓاءِ فَسَوّٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ gibi ayetlerin burçlarında tulu ettiler. Bütün semavatı nurla, meleklerle doldurdular, bir büyük camiye ve mescide ve ordugâha çevirdiler. O seyyah اَلَّذٖينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ cereyanına girdi. Dâllînden, اَوْ كَظُلُمَاتٍ فٖى بَحْرٍ لُجِّىٍّ ’den kurtuldu.