bir Kur’an hükmünde bulunmasıyla bir vahdet ve birlik gösterdiği gibi, o sarayın lambası bir ve takvimci kandili bir ve ateşli aşçısı bir ve sakacı süngeri, sucusu bir, bir bir bir, tâ bin birler kadar birlikleri ve vahdetleri göstermekle o sarayın ve şehrin, o kitabın, o cismanî Kur’an-ı kebirin sahibi, hâkimi, kâtibi, musannifi bilbedahe mevcut ve vahid ve birdir diye kat’i isbat eder.
ÜÇÜNCÜ KELİME: لَا شَرٖيكَ لَه ’dur. Bundaki hüccete gayet kısa bir işaret şudur ki:
Ayetü’l-Kübra Şuaının madeni, üstadı, esası ve Ayetü’l-Kübra namında olan قُلْ لَوْ كَانَ مَعَهُٓ اٰلِهَةٌ كَمَا يَقُولُونَ اِذًا لَابْتَغَوْا اِلٰى ذِى الْعَرْشِ سَبٖيلًا (ila âhir...) ayet-i ekberidir. Yani: Eğer şerîki olsa ve başka parmaklar icada ve rububiyete karışsa idiler, intizam-ı kainat bozulacaktı. Halbuki, küçücük sineğin kanadından ve göz bebeğindeki hüceyrecikten tut, tâ tayyare-i cevviye olan hadsiz kuşlara, tâ manzume-i şemsiyeye kadar her şeyde cüz’î-küllî, küçük ve büyük en mükemmel bir intizam bulunması; şeksiz ve kat’i bir surette şerîklerin muhaliyetine ve madumiyetine delâlet ettiği gibi, Vacibü’l-Vücudun mevcudiyetine ve vahdetine bilbedahe şehadet eder.
DÖRDÜNCÜ KELİME: لَهُ الْمُلْكُ ’dür. Bundaki uzun hüccete gayet kısa bir işaret:
Evet, gözümüzle görüyoruz ki; zemin yüzünü bir tarla yapıp içinde, her bir baharda yüz bin nevi nebatatın tohumlarını beraber, karışık olarak o pek geniş tarlada ekiyor. Ve mahsulatlarını ayrı ayrı, hiç karıştırmayarak,