BİRİNCİ KELİME: لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ’ dır. Bundaki hüccet ise, matbu “Ayetü’l-Kübra Risalesi”dir. O emsalsiz hüccetin harikalığı içindir ki; İmam-ı Ali (r.a.) Nur’un eczalarından haber verdiği sırada, وَ بِالْاٰيَةِ الْكُبْرٰى اَمِنّٖى مِنَ الْفَجَتْ deyip o Ayetü’l-Kübrayı şefaatçi yaparak Nur şakirdlerinin Denizli hapsinde, o risalenin hem Ankara, hem Denizli mahkemelerinde galebesiyle ve perde altında tesirli intişarıyla talebelerine beraet kazandırmağa sebep olduğu gibi, onun gizli tab’ı da, şakirdlerinin dokuz ay mevkufiyetlerine vesile olmasıyla İmam-ı Ali’nin (r.a.), hem keramet-i gaybiyesini, hem Nur şakirdlerinin bedeline duasını pek zâhir bir surette tasdik etti.
Evet “Ayetü’l-Kübra Şuaı” otuz üç icma-i azîmi ve küllî hüccetleri mevcudatın heyet-i mecmuasında gösterip, her bir hüccet-i külliyede hadsiz bürhanlara işaret ederek başta semavat, yıldızlar kelimeleriyle; arz, hayvanat ve nebatat kelâmları ve cümleleriyle; gitgide tâ kâinat mecmuası, müştemilât ve mevcudat ve hudus ve imkân ve tagayyür hakikatlerinin kelimeleriyle Vacibü’l-Vücudun mevcudiyetini ve vahdaniyetini güneş zuhurunda ve gündüz kat’iyetinde isbat ediyor. Sarsılmaz bir iman isteyen ve dinsiz anarşistliğe karşı kırılmaz bir kılınç arayanlar, “Ayetü’l-Kübra”ya müracaat etsinler.
İKİNCİ KELİME: وَحْدَهُ ’dur. Bundaki hüccete gayet kısa bir işaret şudur:
Bu kâinatta, her cihette bir birlik, bir vahdet görünüyor. Meselâ; kâinat bir muntazam şehir, bir muhteşem saray, bir mücessem manidar kitap, bir cismanî ve her ayeti, hattâ her bir harfi ve her bir noktası mucizekâr