münkir bildim. İşte bu inkâr-ı mutlaktan çıkan bir cür’et ve cesaretle mukaddesata hücum eder. Avam-ı nâs hakikat-ı hâli bilmediklerinden harikulâde iktidar ve cesaret zannederler.
Hem şanlı ve kahraman bir millet, mağlubiyeti hengâmında, böyle istidraclı ve şanlı ve tali’li ve muvaffakiyetli ve kurnaz bir kumandanı bulunduğundan gizli ve dehşetli olan mahiyetine bakmayarak kahramanlık damarıyla onu alkışlar ve başına kor, seyyielerini örtmek ister. Fakat kahraman ve mücahid ordunun ve dindar milletin ruhundaki nur-u iman ve Kur’an ışığıyla hakikat-ı hâli göreceği ve o kumandanın çok dehşetli tahribatını tamire çalışacağı rivayetlerden anlaşılır.
Üçüncü Küçük Mesele: Medar-ı ibret üç hadisedir:
Birinci Hadise: Bir zaman, Resul-i Ekrem (aleyhissalâtü vesselâm) Hazret-i Ömer radıyallahu anh’a yahudi çocukları içinde birisini gösterdi, “İşte sureti!” dedi. Hazret-i Ömer (radıyallahu anh), “Öyle ise ben bunu öldüreceğim.” dedi. Ferman etti: “Eğer bu Süfyan ve İslâm Deccalı olsa, sen öldüremezsin; eğer o olmazsa, onun suretiyle öldürülmez.” 1
Bu rivayet işaret eder ki; onun sureti, hâkimiyeti zamanında çok şeylerde görüneceği gibi, kendisi Yahudiler içinde tevellüd edecek. Garibdir ki, onun suretindeki bir çocuğu katledecek derecede ona hiddet ve adavet eden Hazret-i Ömer (radıyallahü anh), o Süfyan’ın en çok beğendiği ve takdir ettiği ve çok defa ondan senakârane bahsedeceği bir memduhu –Hazret-i Ömer’le– çıkmış.
İkinci Hadise: O İslâm Deccalı, “Sure-i وَ التّٖينِ وَ الزَّيْتُونِ manasını merak edip soruyor.” diye çoklar nakletmişler. Gariptir ki, bu surenin akabinde olan اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ suresinde, اِنَّ الْاِنْسَانَ لَيَطْغٰى cümlesi, onun