بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ
Aziz, sıddık, metin kardeşlerim,
On aydan beri, münafıkların bir resmî memuru elde edip bütün desiseleriyle yaptıkları hücum en küçük bir şakirdi bile sarsmadı. O iftiraları hiç hükmündedir. İsbat ettiğimiz onun yüz yalanına karşı, bir gazetenin sabık valinin tekaüde sevkini bir mektubumuzda bulup, hilâf-i vakidir diye bir tek yanlış bulmuş. Halbuki o yanlış o gazeteye aittir. Her ne ise; böylelerden böyle iftiraların, binde bir tesiri bizde olmadığı gibi, inşaallah daire-i Nur’a da zararı olmayacak. Size söylediğim gibi, memurun iftiranamesine çok ehemmiyet vermeyiniz, zihninizi bulandırmasın. Eğer müdafaatımda cevabı bulunmayan kanunî nokta varsa, kısa cevap verirsiniz. Hem deyiniz ki: “Said der ki: Bizi ve Nurları beraet ettiren üç mahkemeyi kızdırmamak, tenkis etmemek için o garazkârane iddianameye karşı cevap verip ehemmiyet vermeyeceğim. Büyük müdafaatım; hususan o vecihle kanunsuzluğa tam ve mükemmel bir cevaptır.”
Said Nursî
***
بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ
Evvelâ: Bir inayettir ki, o adamın müfteriyane iddianamesini işitemedim. Yoksa şiddetli konuşacaktım. Reise, “Seni mahkemeye veriyorum, yani haksızlığınla mahkeme-i kübraya ve kanunsuzluğunla dünya mahkemesine. Ve avukatım yok.” dediğimden maksadım, bizim umumumuzun küllî meselede vekilimizdir, benim hususî şahsıma gelen hücuma ancak ben mukabele edebilirim, demektir. Ahmed Hikmet'e bildiriniz.
Saniyen: Savcının isnadatına karşı eski müdafaatımız kâfidir.
Salisen: Mustafa Osman, Ceylân, nasıl telâkki ettiklerini ve hiç bulantı onlara vermediğini ve daire-i Nur’da dahi fena tesir etmeyeceğini