وَ اِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهٖ بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ
اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Kardeşlerim,
Ben dünyaya bakmıyorum. Heyetinizdeki Risale-i Nur’un şahs-ı manevisini konuşturmak ve reyini almak için meşveret ediniz. Çelik gibi metin Isparta mübarek ve kahraman kardeşlerinizle mümkün oldukça müdavele-i efkâr ediniz. Baki çok selam.
Said Nursî
***
(Elmas kalemli, altun başlı, mucizeli Kur’an’ın kâtibi Husrev’in mutabık bir fıkrasıdır.)
وَ اِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهٖ بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ
اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Risale-i Nur’un kerametlerindendir ki, Üstadımız (r.a.) çok defa Risale-i Nur’da, “Ey mülhidler ve ey zındıklar, Risale-i Nur’a ilişmeyiniz. Eğer ilişirseniz yakından sizi bekliyen belâlar sel gibi başınıza yağacaktır.” diye on seneden beri kerratla söylüyorlardı. Bu hususta şahid olduğumuz felâketlerden:
Birincisi: Dört sene evvel Erzincan’da ve İzmir civarında vukua gelen hareket-i arz olmuştur. O vakitler münafıklar desiselerle Isparta mıntıkasında Sav ve Kuleönü ve civarı köylerdeki Risale-i Nur talebelerine iliştiler. Otuz-kırk kadar Risale-i Nur talebelerini, “Camiye gitmiyorsunuz, takke giyiyorsunuz, tarikat dersi veriyorsunuz.” diye mahkemeye sevketmişlerdi. Cenab-ı Hak, İzmir civarını ve Azerileri ve civarındaki halkı dehşetler içinde bırakan zelzelelerle Risale-i Nur’un bir vesile-i def-i belâ olduğunu gösterdi. Bu zelzeleden sonra mahkemeye sevkedilmiş olan o kardeşlerimizin hepsi beraat ettirilerek kurtulmuşlardı.