يَسْعٰى نُورُهُمْ بَيْنَ اَيْدٖيهِمْ وَبِاَيْمَانِهِمْ ۞ اِنَّ اللّٰهَ يُدَافِعُ عَنِ الَّذٖينَ اٰمَنُوا
طُوبٰى لَهُمْ ۞ اَللّٰهُ حَفٖيظٌ عَلَيْهِمْ
Baktım ki: Birinci ayet, şeddeler sayılsa ve medler sayılmazsa, اٰمَنُوا deki “vav” dahi meddedir –makam-ı cifrisi ve ebcedisi bin üç yüz altmış iki (1362) eder– ki, tam tamına bu senenin hicri aynı tarihine ve bizim mü’min kardeşlerimizi müdafaaya azmettiğimiz aynı zamana, hem manası, hem makamı tevafuk ediyor. Elhamdülillah dedim, benim müdafaama ihtiyaç bırakmıyor. Sonra hatırıma geldi ki: “Acaba netice ne olacak?” diye merak ettim. Gördüm: اَللّٰهُ حَفٖيظٌ عَلَيْهِمْ ۞ طُوبٰى لَهُمْ ’ deki iki cümle, tenvin sayılmak şartıyla, makam-ı cifrisi aynen bin üç yüz altmış iki eder. Eğer bir med sayılmazsa, iki, eğer sayılsa, üç eder. Tam tamına hıfz-ı ilâhiyeye pek çok muhtaç olduğumuz bu zamanın, bu senenin ve gelecek senenin aynı tarihine tevafuk ederek, bir seneden beri büyük bir dairede ve geniş bir sahada aleyhimize ihzar edilen dehşetli bir hücum karşısında mahfuziyetimize teminat ile teselli veriyor. Risale-i Nur bu hadisede daha parlak fütuhatı hâkim dairelerde bulunmasından şimdiki muvakkat tevakkuf bizi meyus etmez ve etmemeli; ve Ayetü’l-Kübra’nın tab’ı sebebiyle müsaderesi onun parlak makamına nazar-ı dikkati her taraftan ona celbetmesine bir ilanname telâkki ediyorum.
Said Nursî
***