بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ
Zaman-ı Saadet’ten şimdiye kadar câri bir âdet-i İslâmiyeye ittibaen, Risale-i Nur’un hususî menbaları olan yüzer âyât-ı meşhureyi, büyük bir “en’am” gibi Hizb-i Kur’anî yaptığımızı, “Dinde tahrifat yapıyor” diye muaheze etmişler.
Bir sene cezasını çektiğim ve mahrem tutulan ve zabıtnamede kaydedildiği gibi odun yığınları altından çıkarılan Tesettür Risalesi bu sene yazılmış ve neşredilmiş gibi bizi ittiham etmek istiyor.
Hem, Ankara’da hükümetin riyasetinde bulunan birisine (Mustafa Kemal’e) söylediğim itirazlara ve ağır sözlere mukabele etmeyip sükût eden ve o öldükten sonra onun yanlışını gösteren bir hakikat-ı hadisiyeyi beyandaki fıtrî ve lüzumlu ve mahrem tenkidlerim medar-ı mesuliyet yapılmış. Ölmüş ve hükümetten alâkası kesilmiş bir şahsın hatırı nerede ve hükümetin ve milletin bir hatırası ve Cenab-ı Hakkın bir tecelli-i hâkimiyeti olan adalet kanunları nerede!..
Hem; biz, hükümet-i cumhuriye esaslarından en ziyade kendimize medar-ı istinad ve onun ile kendimizi müdafaa ettiğimiz hürriyet-i vicdan esası, bizim aleyhimizde medar-ı mesuliyet tutulmuş, güya biz hürriyet-i vicdan esasına muarız gidiyoruz.
Hem, bir risalede medeniyetin seyyiatını ve kusurlarını tenkid etmemden, hatır ve hayalime gelmeyen bir şeyi, zabıtnamelerde isnad ediyor. Güya ben, radyo (Haşiye) ve tayyare ve şimendiferin kullanılmasını kabul etmiyorum diye, terakkiyat-ı hâzıra aleyhinde bulunduğumla mesul ediyor.