Dördüncüsü: İlim ile hayatın zarurî bir lâzımı ve ışıklı bir tezahürü olan mükâleme sıfatı, elbette ihatalı bir ilmi ve sermedî bir hayatı taşıyan zatta, ihatalı ve sermedî bir surette bulunur.
Beşincisi: En sevimli ve muhabbetli ve endişeli ve nokta-i istinada en muhtaç ve sahibini ve malikini bulmağa en müştak; hem fakir ve âciz bulunan mahlûkatlarına; acz ve iştiyakı, fakr ve ihtiyacı ve endişe-i istikbali ve muhabbeti ve perestişi veren bir zat, elbette kendi vücudunu onlara tekellümüyle iş’ar etmek, ulûhiyetin muktezasıdır. İşte, tenezzül-ü ilâhî ve taarrüf-ü rabbanî ve mukabele-i rahmanî ve mükâleme-i sübhanî ve iş’ar-ı samedanî hakikatlerini tazammun eden umumî, semavî vahiylerin, icma ile Vacibü’l Vücud’un vücuduna ve vahdetine delâletleri öyle bir hüccettir ki; gündüzdeki güneşin şuaatının güneşe şehadetinden daha kuvvetlidir, diye anladı.
Sonra ilhamlar cihetine baktı, gördü ki: Sadık ilhamlar, gerçi bir cihette vahye benzerler ve bir nevi mükâleme-i rabbaniyedir, fakat iki fark vardır.
Birincisi: İlhamdan çok yüksek olan vahyin ekseri melâike vasıtasıyla ve ilhamın ekseri vasıtasız olmasıdır. Meselâ:
Nasıl ki, bir padişahın iki suretle konuşması ve emirleri var. Birisi: Haşmet-i saltanat ve hâkimiyet-i umumiye haysiyetiyle bir yaverini, bir valiye gönderir. O hâkimiyetin ihtişamını ve emrin ehemmiyetini göstermek için, bazen, vasıta ile beraber bir içtima yapar, sonra ferman tebliğ edilir. İkincisi: Sultanlık ünvanıyla ve padişahlık umumî ismiyle değil; belki kendi şahsıyla, hususi bir münasebeti ve cüz’î bir muamelesi bulunan has bir hizmetçisi ile veya bir âmî raiyetiyle ve hususi telefonuyla hususi konuşmasıdır.
Öyle de; Padişah-ı Ezelînin, umum âlemlerin Rabbi ismiyle ve kâinat Hâlikı ünvanıyla, vahiy ile ve vahyin hizmetini gören şümullü ilhamlarıyla mükâlemesi olduğu gibi; her bir ferdin, her bir zîhayatın Rabbi ve