Üç yüz elli milyon içinde, Âl-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâmdan yalnız iki zatın, yani Hasan (r.a.) ve Hüseyin'in (r.a.) neslinden gelen evliya –ekser-i mutlak– hakikat mesleklerinin ve tarikatlarının pîrleri ve mürşidleri onlar olmaları عُلَمَاءُ اُمَّتٖى كَاَنْبِيَاءِ بَنٖى اِسْرَائٖيلَ hadisinin mazharları olduklarıdır. Başta Cafer-i Sadık (r.a.) ve Gavs-ı Âzam (r.a.) ve Şah-ı Nakşibend (r.a.) olarak her biri, ümmetin bir kısm-ı âzamını tarik-ı hakikate ve hakikat-ı İslâmiyete irşad edenler, bu âl hakkındaki duanın makbuliyetinin meyveleridirler.
İkinci Cihet: Bu tarzdaki salâvatın namaza tahsis-i hikmeti ise; meşahir-i insaniyenin en nuranî, en mükemmeli, en müstakimi olan enbiya ve evliyanın kafile-i kübrasının gittikleri ve açtıkları yolda, kendisi dahi o yüzer icma ve yüzer tevatür kuvvetinde bulunan ve şaşırmaları mümkün olmayan o cemaat-i uzmaya, o sırat-ı müstakimde iltihak ve refakat ettiğini tahattur etmektir. Ve o tahattur ile şübehat-ı şeytaniyeden ve evham-ı seyyieden kurtulmaktır. Ve bu kafile, bu kâinat sahibinin dostları ve makbul masnuları ve onların muarızları, Onun düşmanları ve merdud mahlûkları olduğuna delil ise; zaman-ı Âdem’den beri o kafileye daima muavenet-i gaybiye gelmesi ve muarızlarına her vakit musibet-i semaviye inmesidir.
Evet kavm-i Nuh ve Semud ve Âd ve Fir’avun ve Nemrud gibi bütün muarızlar, gadab-ı ilâhîyi ve azabını ihsas edecek bir tarzda gaybî tokatlar yedikleri gibi; kafile-i kübranın Nuh aleyhisselâm, İbrahim aleyhisselâm, Musa aleyhisselâm, Muhammed aleyhissalâtü vesselâm gibi bütün kudsî kahramanları dahi, harika ve mucizane ve gaybî bir surette mucizelere ve ihsanat-ı rabbaniyeye mazhar olmuşlar. Bir tek tokat hiddeti, bir tek ikram muhabbeti gösterdiği halde, binler tokat muarızlara ve