Mağrur ahmak bir adam, bir gemi ile ticaret eden bir cemaata şerik olur. O cemaatın herbiri bir kısım sermaye verip, gemide bir vazifeyi deruhde eder. Herkes kendi vazifesini îfa eder. Yalnız o mağrur, hareket-i sefineye medar olan vazifesini terkederek, geminin garkına sebebiyet verir. O cemaatin hepsi bin lira zarar ederler.
Ona denildi:
- Hak olan odur ki; bütün hasareti sen çekeceksin. Çünki bizim sa'yimizi de heba ettin.
O dedi:
- Yok kabul etmem. Belki bu hasaret taksim edilerek hissem mikdarınca çekebilirim.
Sonra ikinci seferde, o dahi onlar gibi vazifesini îfa etti. Bin lira kâr ettiler. Dediler ki: Hasaret vazifeye bakar. Kâr, re's-ül male bakar. Öyle ise, re's-ül mal nisbetinde taksim edelim.
O mağrur dedi ki:
- Yok, belki bütün kâr benimdir. Çünki çendan evvelce hasaret sana raci'dir demiştiniz, ben kabul etmemiştim. Öyle ise, bütün kâr da bana olmalı.
O vakit ona denildi:
- Ey cahil nâdan! Bir şeyin vücudu, bütün ecza ve şeraitinin vücuduna tevakkuf eder. Öyle ise vücudun semeresi, bütün esbab-ı vücuda verilir. Kâr ise, vücudun semeresidir. Hasaret ise, ademin semeresidir. Halbuki bir şeyin ademi, bir cüz'-i vâhidin ademiyle veya bir şartın fıkdanıyla oluyor. Öyle ise ademin semeresi, in'idamın sebebine verilecektir.