Hem sana büyük bir fiat verecek. Hem dağda bulundukça senin elinde kalacaktır. Yalnız yukarı kulpunu, yukarıdan indirdiği bir zincir ile bağlamak ister. Tâ ki sıkletini senden alıp, sana ağırlık vermesin. Külfeti seni taciz etmesin. Eğer bey'i kabul edersen, Seyyidimin hesabıyla, onun namıyla ve onun izni dairesinde güzelce tasarruf et. Ne hüzün çek ve ne de havf et.
Nasıl bir nefer atını devlete satar, kendi de asker olur. Atının üzerine biner. Masarıfı devlete ait. Keyf ü safasını o nefer çeker. Eğer ölse, devletimin canı sağ olsun der. Şayet bu beş derece kârlı bey'i kabul etmezsen, beş derece hasaret içinde emanete hıyanet edeceksin; zayi' olunca, mes'uliyeti kazanacaksın. İşte temsili anladın. Şimdi hakikata bak.
Evet o dağ, arzdır. Miskin adam da, fakir insandır. Zelzele de, zeval ve firaktır. Dere de kabir ile âlem-i berzahtır. O makine (havâs ve cihazat ve letaif âletleriyle mücehhez) senin vücud-u hayatdarındır. Görüyorsun ki bunlar bozuluyorlar, faidesiz gidiyorlar. Satın almak isteyen, senin Hâlıkındır. O Hâlıkın, Resulü vasıtasıyla der ki: "Şu emanetimi güya senin malın imiş gibi bana sat, tâ zayi' olmasın. Hem zararlı bir surette fena bulmasın. Sen bâki ve meyvedar bir surette o malına tekrar kavuşabilesin. Hem o hayat içindeki cihazat ve letaif benim namım ve hesabımla istimal edildiği vakit, nihayetsiz kıymetdar ve hadsiz semerat-ı bâkiye verecek."