Nasıl ki bir insan, sıcak bir yerde iken, hariçte kar ve tipi içinde titreyenleri görse, akıl ve vicdan itibariyle müteessir olur. Öyle de, zîşuur olan ervah-ı bakiye, kâinatla alâkadar oldukları için, kâinatın hadisat-ı azîmesinden, derecelerine göre müteessir olmalarını; ehl-i azap ise elemkârane, ehl-i saadet ise hayretkârane, istiğrabkârane, belki bir cihette istibşarkârane teessüratları bulunmasını, işarat-ı Kur’aniye gösteriyor. Zira, Kur’an-ı Hakîm, her zaman kıyametin acaibini tehdit suretinde zikrediyor, “Göreceksiniz” diyor. Halbuki, cism-i insanî ile onu görenler, kıyamete yetişenlerdir. Demek, kabirde cesetleri çürüyen ervahların da o tehdid-i Kur’aniyeden hisseleri var.
Altıncı Sualinizin Meâli: كُلُّ شَىْءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَجْهَهُ
Bu ayetin ahirete, Cennete, Cehenneme ve ehillerine şümulü var mı, yok mu?
Elcevap: Şu mesele, pek çok ehl-i tahkik ve ehl-i keşif ve ehl-i velâyetin medar-ı bahsi olmuş. Şu meselede söz onlarındır. Hem de şu ayetin çok genişliği ve çok meratibi var.
Ehl-i tahkikin bir kısm-ı ekseri demişler ki: “Âlem-i bekaya şümulü yok.” Diğer kısmı ise: “Âni olarak onlar da az bir zamanda bir nevi helâkete mazhar olurlar. O kadar az bir zamanda oluyor ki, fenâya gidip gelmiş hissetmeyecekler.”
Amma, bazı müfrit fikirli ehl-i keşfin hükmettikleri fenâ-yı mutlak ise hakikat değildir. Çünkü, Zat-ı Akdes-i İlâhî madem sermedî ve daimîdir; elbette sıfatı ve esması dahi sermedî ve daimîdirler. Madem sıfatı ve esması daimî ve sermedîdirler; elbette onların ayineleri ve cilveleri ve nakışları ve mazharları olan âlem-i bekadaki bakiyat ve ehl-i beka, fenâ-yı mutlaka, bizzarure gidemez.
Kur’an-ı Hakîmin feyzinden şimdilik iki nokta hatıra gelmiş; icmalen yazacağız.