küçük bir sünnet-i seniyyeyi en büyük bir maksad gibi telâkki edip onun ittibaına çalışıyorlar, onu taklit ediyorlar. Çünkü, vahiy ne kadar ilhamdan yüksek ise, semere-i vahiy olan âdâb-ı şer’iye, o derece, semere-i ilham olan âdâb-ı tarikatten yüksek ve ehemmiyetlidir. Onun için, tarikatın en mühim esası, sünnet-i seniyyeye ittiba etmektir.
İkinci Nükte: Tarikat ve hakikat, vesilelikten çıkmamak gerektir. Eğer maksud-u bizzat hükmüne geçseler, o vakit şeriatın muhkematı ve ameliyyatı ve sünnet-i seniyyeye ittiba, resmî hükmünde kalır, kalb öteki tarafa müteveccih olur. Yani, namazdan ziyade halka-i zikri düşünür; feraizden ziyade evradına müncezib olur; kebairden kaçmaktan ziyade, âdâb-ı tarikatın muhalefetinden kaçar. Halbuki, muhkemat-ı şeriat olan farzların bir tanesine, evrad-ı tarikat mukabil gelemez, yerini dolduramaz. Âdâb-ı tarikat ve evrad-ı tasavvuf, o feraizin içindeki hakikî zevke medar-ı teselli olmalı, menşe olmamalı. Yani, tekyesi, camideki namazın zevkine ve tadil-i erkânına vesile olmalı; yoksa, camideki namazı çabuk, resmî kılıp, hakikî zevkini ve kemalini tekyede bulmayı düşünen, hakikatten uzaklaşıyor.
Üçüncü Nükte: “Sünnet-i seniyye ve ahkâm-ı şeriat haricinde tarikat olabilir mi?” diye sual ediliyor.
Elcevap: Hem var, hem yok. Vardır; çünkü bazı evliya-yı kâmilîn, şeriat kılıncıyla idam edilmişler. Hem yoktur; çünkü muhakkikîn-i evliya, Sadî-i Şirazî’nin bu düsturunda ittifak etmişler:
مُحَالَسْتْ سَعْدٖى بَرَاهِ صَفَا * ظَفَرْ بُرْدَنْ جُزْ دَرْ پَىِ مُصْطَفٰى
Yani, “Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın caddesinden hariç ve onun arkasından gitmeyen, muhaldir ki, hakikî envar-ı hakikate vasıl olabilsin.” Bu meselenin sırrı şudur ki:
Madem Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm hatemü’l-enbiyadır ve umum nev-i beşer namına muhatab-ı ilâhîdir. Elbette, nev-i beşer onun