“Hanedanımızın yarısını bozacak ve malımızın mühim bir kısmını ellerin eline verecek bir rakip” nazarıyla bakmaz; o merhamete ve himayete bir kin, bir iğbirar katmaz.
Şu halde, o fıtraten nazik, nazenin ve hilkaten zaîfe ve nahife kız, sûreten az bir şey kaybeder; fakat, ona bedel, akaribin şefkatinden, merhametinden tükenmez bir servet kazanır. Yoksa, rahmet-i Haktan ziyade ona merhamet edeceğiz diye hakkından fazla ona hak vermek, ona merhamet değil şedid bir zulümdür. Belki, zaman-ı cahiliyette gayret-i vahşiyaneye binaen kızlarını sağ olarak defnetmek gibi gaddarane bir zulmü andıracak şu zamanın hırs-ı vahşiyanesi, merhametsiz bir şenaate yol açmak ihtimali vardır.
Bunun gibi, bütün ahkâm-ı Kur’aniye وَمَا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَاَلمٖينَ fermanını tasdik ediyorlar.
Dördüncü Mesele:
فَلِاُمِّهِ السُّدُسُ
İşte, mimsiz medeniyet, nasıl kız hakkında hakkından fazla hak verdiğinden böyle bir haksızlığa sebep oluyor; öyle de, valide hakkında, hakkını kesmekle, daha dehşetli haksızlık ediyor.
Evet, rahmet-i rabbaniyenin en hürmetli, en halâvetli, en lâtif ve en şirin bir cilvesi olan şefkat-i valide, hakaik-ı kâinat içinde en muhterem, en mükerrem bir hakikattir. Ve valide, en kerîm, en rahîm, öyle fedakâr bir dosttur ki, o şefkat saikasıyla, bir valide, bütün dünyasını ve hayatını ve rahatını veledi için feda eder. Hatta, valideliğin en basit ve en edna derecesinde olan korkak tavuk, o şefkatin küçücük bir lem’asıyla, yavrusunu müdafaa için ite atılır, arslana saldırır.