o nisbetle gidiyor; yalnız bazı küsuratla fark var. Öyle farklar, böyle makam-ı hitabîde zarar vermez. Meselâ bir kısmı yüz yirmi bir, bir kısmı yüz yirmi beş, bir kısmı yüz elli dört, bir kısmı yüz elli dokuzdur. Sonra, Sure-i Zuhruf’tan başlayan beş sure, o nısıf, nısf-ı nısfın nısfına iniyor. Sure-i Necm’den başlayan beş, o nısf-ı nısf, nısf-ı nısfın nısfıdır, fakat takribidir. Küçük küsuratın farkları, böyle makamat-ı hitabiyede zarar vermez. Sonra gelen küçük beşler içinde, üç beşlerin, yalnız üçer adet lâfz-ı Celâli var.
İşte bu vaziyet gösteriyor ki, lâfz-ı Celâlin adedine tesadüf karışmamış; bir hikmet ve intizam ile adetleri tayin edilmiş.
Lâfzullahın Üçüncü Nüktesi: Sahifeler nisbetine bakar. Şöyle ki:
Bir sahifede olan lâfz-ı Celâl adedi, o sahifenin sağ yüzü ve o yüze karşıki sahifeye ve bazen soldaki karşıki sahife ve karşının arka yüzüne bakar. Ben kendi nüsha-i Kur’aniyemde bu tevafuku tedkik ettim, ekseriyetle gayet güzel bir nisbet-i adediye ile bir tevafuk gördüm, nüshama da işaretler koydum. Çok defa müsavi olur; bazen nısf veyahut sülüs oluyor. Bir hikmet ve intizamı ihsas eden bir vaziyeti vardır.
Dördüncü Nükte: Sahife-i vahiddeki tevafukattır. Kardeşlerimle üç dört ayrı ayrı nüshaları mukabele ettik; umumunda tevafukat matlub olduğuna kanaatimiz geldi. Yalnız, matbaa müstensihleri başka maksadları takip ettiklerinden, bir derece tevafukatta intizamsızlık düşmüş. Tanzim edilse, pek nadir istisna ile mecmu-u Kur’an’da ikibin sekizyüz altı lâfz-ı Celâlin adedinde tevafukat görünecektir. Ve bunda bir şule-i i’caz parlıyor. Çünkü, fikr-i beşer, bu pek geniş sahifeyi ihata edemez ve karışamaz. Tesadüfün ise, bu mânidar ve hikmetdar vaziyete eli ulaşamaz.