Demek, yirmibeş bin seneye karib bir daire-i muhitanın içinde, rivayete binaen (1) Şâm-ı şerif kıtası bir çekirdek hükmünde olarak o daireyi dolduracak bir meydan-ı haşir bast edilecektir. Küre-i arzın bütün manevî mahsulâtı, şimdilik perde-i gayb altında olan o meydanın defterlerine ve elvahlarına gönderiliyor; ve ileride meydan açıldığı vakit, sekenesini de yine o meydana dökecek, o manevî mahsulâtları da gaibden şehadete geçecektir.
Evet, küre-i arz, bir tarla, bir çeşme, bir ölçek hükmünde olarak, o meydan-ı ekberi dolduracak kadar mahsulât vermiş ve onu istiab edecek mahlûkat ondan akmış ve onu imlâ’ edecek masnuat ondan çıkmış. Demek, küre-i arz bir çekirdek; ve meydan-ı haşir, içindekilerle beraber bir ağaçtır, bir sünbüldür ve bir mahzendir. Evet, nasıl ki, nuranî bir nokta, sürat-i hareketiyle nuranî bir hat olur veya bir daire olur. Öyle de; küre-i arz süratli, hikmetli hareketiyle bir daire-i vücudun temessülüne ve o daire-i vücud mahsulâtıyla beraber bir meydan-ı haşr-i ekberin teşekkülüne medardır.
قُلْ اِنَّمَا الْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِ
اَلْبَاقٖى هُوَ الْبَاقٖى
Said Nursî