Doğrudan doğruya umum âlem-i İslâma taallûk ettiği gibi, asr-ı saadetten şimdiye kadar bütün eazım-ı İslâmın bağlandığı o nuranî zincirleri koparmaya, tahrip ve tahrif etmeye çalışanlar ve yardım edenler, düşünsünler ki, ne kadar dehşetli bir hataya düşüyorlar. Ve zerre miktar şuurları varsa titresinler!
DOKUZUNCU NÜKTE
Mesail-i şeriattan bir kısmına “taabbüdî” denilir, aklın muhakemesine bağlı değildir, emrolduğu için yapılır. İlleti, emirdir.
Bir kısmına “makulü’l-mana” tabir edilir. Yani, bir hikmet ve bir maslahatı var ki, o hükmün teşriine müreccih olmuş; fakat sebep ve illet değil. Çünkü hakikî illet, emir ve nehy-i ilâhidir.
Şeairin taabbüdî kısmı, hikmet ve maslahat onu tağyir edemez. Taabbüdîlik ciheti tereccüh ediyor; ona ilişilmez. Yüz bin maslahat gelse onu tağyir edemez. Öyle de, “Şeairin faidesi yalnız malûm mesalihtir” denilmez ve öyle bilmek hatadır. Belki o maslâhatlar ise, çok hikmetlerinden bir faidesi olabilir.
Meselâ, biri dese, “Ezanın hikmeti, Müslümanları namaza çağırmaktır. Şu halde bir tüfenk atmak kâfidir.” Halbuki, o divane bilmez ki, binler maslâhat-ı ezaniye içinde o bir maslâhattır. Tüfenk sesi o maslâhatı verse, acaba nev-i beşer namına, yahut o şehir ahalisi namına, hilkat-i kâinatın netice-i uzması ve nev-i beşerin netice-i hilkati olan ilân-ı tevhid ve rububiyet-i ilâhiyeye karşı izhar-ı ubudiyete vasıta olan ezanın yerini nasıl tutacak.
Elhasıl, Cehennem lüzumsuz değil. Çok işler var ki, bütün kuvvetiyle “Yaşasın Cehennem” der. Cennet dahi ucuz değildir; mühim fiyat ister.