İşte, imam-ı mübînin imlâsı ile, yani kaderin hükmüyle ve düsturuyla, kudret-i İlâhiye, icad-ı eşyada her biri birer ayet olan silsile-i mevcudatı, “levh-i mahv-isbat” denilen zamanın sahife-i misâliyesinde yazıyor, icad ediyor, zerratı tahrik ediyor. Demek, harekât-ı zerrat, o kitabetten, o istinsahtan, (mevcudat, âlem-i gaybdan âlem-i şehadete ve ilimden kudrete geçmelerinde) bir ihtizazdır, bir harekâttır.
Amma levh-i mahv-isbat ise, sabit ve dâim olan levh-i mahfûz-u âzam’ın daire-i mümkinatta, yani mevt ve hayata, vücud ve fenaya dâima mazhar olan eşyada mütebeddil bir defteri ve yazar bozar bir tahtasıdır ki, hakikat-i zaman odur. Evet, her şeyin bir hakikati olduğu gibi, “zaman” dediğimiz, kâinatta cereyan eden bir nehr-i azîmin hakikati dahi levh-i mahv-isbat’taki kitabet-i kudretin sahifesi ve mürekkebi hükmündedir.
لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُ
İkinci Sual: Meydan-ı haşir nerededir?
Elcevap: وَالْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِ Hâlik-ı Hakîmin her şeyde gösterdiği hikmet-i âliye, hatta tek küçük bir şeye, çok büyük hikmetleri takmasıyla tasrih derecesinde işaret ediyor ki, küre-i arz serseriyane, bâd-i heva azim bir daireyi çizmiyor; belki mühim bir şey etrafında dönüyor ve meydan-ı ekberin daire-i muhitasını çiziyor, gösteriyor. Ve bir meşher-i azîmin etrafında gezip mahsulât-ı maneviyesini ona devrediyor ki, ileride, o meşherde, enzar-ı nas önünde gösterilecektir.