tetimmat kabilinden, hakaik-i hafiyesinden dahi hissesini alır, başkasının gizli kalmış hissesine ilişmez.” Evet, zaman geçtikçe Kur’an-ı Hakîmin daha ziyade hakaiki inkişaf eder demektir. Yoksa -hâşâ ve kellâ- selef-i salihînin beyan ettikleri hakaik-i zâhiriye-i Kur’aniyeye şüphe getirmek değil. Çünkü onlara iman lâzımdır. Onlar nassdır, kat’îdir, esastırlar, temeldirler.
Kur’an عَرَبِىٌّ مُبٖينٌ fermanıyla, manası vazıh olduğunu bildirir. Baştan başa hitab-ı ilâhî o manalar üzerine döner, takviye eder, bedahet derecesine getirir. O mensus manaları kabul etmemekten -hâşâ sümme hâşâ- Cenab-ı Hakkı tekzib ve Hazret-i Risaletin fehmini tezyif etmek çıkar. Demek, meanî-i mensusa, müteselsilen menba-ı Risaletten alınmıştır. Hatta İbn-i Cerir-i Taberî, bütün meanî-i Kur’an’ı, muan’an sened ile müteselsilen menba-ı risalete isal etmiş ve o tarzda, mühim ve büyük tefsirini yazmış.
İkinci taife: Ya akılsız bir dosttur, kaş yapayım derken göz çıkarıyor veya şeytan akıllı bir düşmandır ki, ahkâm-ı İslâmiye ve hakaik-i imaniyeye karşı gelmek istiyor. Kur’an-ı Hakîmin -senin tabirinle- birer polat kal’ası hükmünde olan surlu sureleri içinde yol bulmak istiyor. Böyleler -hâşâ- hakaik-i imaniye ve Kur’aniyeye şüphe iras etmek için bu nevi sözleri işaa ediyorlar.
İKİNCİ NÜKTE
Cenab-ı Hak Kur’an’da çok şeylere kasem etmiş. Kasemat-ı Kur’aniyede çok büyük nükteler var, çok sırlar var.
Meselâ, وَالشَّمْسِ وَضُحٰيهَا da kasem, On Birinci Sözdeki muhteşem temsilin esasına işaret eder; kâinatı bir saray ve bir şehir suretinde gösterir.