bir irade-i gaybî ile tanzim edilir. “İhtiyarınıza ve şuurunuza güvenmeyiniz. İhtiyarınızın haberi olmadan ve şuurunuz yetişmeden harika nakışlar ve intizamlar yapılıyor.” Bahusus Mucizat-ı Ahmediye risalesinde lâfz-ı Resul-i Ekrem ve lafz-ı salâvat bir ayine hükmüne geçip, o tevafukat-ı gaybiye işaretini sarih gösteriyor. Yeni, acemi bir müstensihin yazısında, beş sahife müstesna, mütebaki iki yüzden fazla salâvat-ı şerife birbirine müvazi olarak bakıyorlar. Şu tevafukat ise, şuursuz yalnız on adette bir iki tevafuka sebep olabilen tesadüfün işi olmadığı gibi, sanatta maharetsiz, yalnız manaya hasr-ı nazar ederek, gayet süratle, bir-iki saatte otuz-kırk sahifeyi telif eden ve kendi yazmayan ve yazdıran benim gibi bir biçarenin düşünüşü dahi elbette değildir.
İşte, altı sene sonra, yine Kur’an’ın irşadıyla ve İşaratü’l-İ’caz olan tefsirin dokuz اِنَّا ’nın tevafuk suretiyle gelen irşadıyla sonra muttali olmuşum. Müstensihler ise, benden işittikleri vakit hayret içinde hayrette kaldılar. Nasıl ki lâfz-ı Resul-i Ekrem ve lâfz-ı salâvat, On Dokuzuncu Mektubda, mucizat-ı Ahmediyenin bir nev’inin bir nevi küçük ayinesi hükmüne geçti. Öyle de, Yirmi Beşinci Söz olan i’caz-ı Kur’an’da ve On Dokuzuncu Mektubun On Sekizinci İşaretinde lâfz-ı Kur’an dahi, kırk tabakadan, yalnız gözüne itimad eden tabakasına karşı bir nevi mucizat-ı Kur’aniyenin, o nev’in kırk cüz’ünden bir cüz’ü tevafukat-ı gaybiye suretinde bütün risalelerde tecelli etmekle beraber, o cüz’ün kırk cüz’ünden bir cüz’ü, lâfz-ı Kur’an içinde tezahür etmiş. Şöyle ki:
Yirmi Beşinci Sözde ve On Dokuzuncu Mektubun On Sekizinci İşaretinde, yüz defa Kur’an lâfzı tekerrür etmiş. Pek nadir olarak bir iki kelime hariç kalmış; mütebakisi bütün birbirine bakıyor. İşte, meselâ, İkinci Şuanın kırk üçüncü sahifesinde yedi “Kur’an” lâfzı var; birbirine bakıyor. Ve sahife elli altıda sekizi birbirine bakıyor; yalnız dokuzuncu müstesna kalmış. İşte şu, şimdi gözümüzün önünde, altmış dokuzuncu sahifedeki