İşte, tahmin ederim ki, nâsihlerin nasihatleri şu zamanda tesirsiz kaldığının bir sebebi şudur ki: Ahlâksız insanlara derler: “Hased etme, hırs gösterme, adavet etme, inat etme, dünyayı sevme!” Yani, “Fıtratını değiştir” gibi, zâhiren onlarca malâyutak bir teklifte bulunurlar. Eğer deseler ki, “Bunların yüzlerini hayırlı şeylere çeviriniz, mecralarını değiştiriniz”; hem nasihat tesir eder, hem daire-i ihtiyarlarında bir emr-i teklif olur.
Rabian: Ulema-i İslâm ortasında “İslâm” ve “iman”ın farkları çok medar-ı bahs olmuş. Bir kısmı “İkisi birdir,” diğer kısmı “İkisi bir değil, fakat biri birisiz olmaz” demişler ve bunun gibi çok muhtelif fikirler beyan etmişler. Ben şöyle bir fark anladım ki:
İslâmiyet iltizamdır; iman iz’andır: Tabir-i diğerle, İslâmiyet hakka tarafgirlik ve teslim ve inkıyaddır; iman ise, hakkı kabul ve tasdiktir. Eskide bazı dinsizleri gördüm ki, ahkâm-ı Kur’âniyeye şiddetli tarafgirlik gösteriyorlardı. Demek, o dinsiz, bir cihette hakkın iltizamıyla İslâmiyete mazhardı; “dinsiz bir Müslüman” denilirdi. Sonra bazı mü’minleri gördüm ki, ahkâm-ı Kur’aniyeye tarafgirlik göstermiyorlar, iltizam etmiyorlar; “gayr-i müslim bir mü’min” tabirine mazhar oluyorlar.
Acaba, İslâmiyetsiz iman, medar-ı necat olabilir mi?
Elcevap: İmansız İslâmiyet sebeb-i necat olmadığı gibi, İslâmiyetsiz iman da medar-ı necat olamaz. Felillâhilhamdü velminnetü, Kur’an’ın i’caz-ı manevîsinin feyziyle, Risale-i Nur mizanları, din-i İslâmın ve hakaik-ı Kur’aniyenin meyvelerini ve neticelerini öyle bir tarzda göstermişlerdir ki, dinsiz dahi onları anlasa, taraftar olmamak kabil değil. Hem, iman ve İslâmın delil ve bürhanlarını o derece kuvvetli göstermişlerdir ki, gayr-i müslim dahi anlasa, herhalde tasdik edecektir; gayr-i müslim kaldığı halde iman eder.