ve insafa tercih etmek suretinde deliller aramak caiz değildir. Madem şu mesele açılmış, medar-ı münakaşa edilmiş, biçare avam-ı nasın zihninde sû-i tesir ediyor. Çünkü şu gibi müteşabih hadisleri aklına sığıştıramadığı için, eğer inkâr etse, dehşetli bir kapı açar; yani küçücük aklına sığışmayan kat’î hadisleri dahi inkâra yol açar. Eğer zâhir-i hadisin manasını tutarak öyle kabul edip neşretse, ehl-i dalâletin itirazatına ve “Hurafattır” demelerine yol açar. Madem bu müteşabih hadis’e, lüzumsuz ve zararlı bir tarzda nazar-ı dikkat celb edilmiş ve bu çeşit hadisler çok varid olmuş. Elbette şüpheleri izale edecek bir hakikati beyan etmek lâzım gelir. Şu hadis kat’î olsun veya olmasın, o hakikati zikretmek gerektir.
İşte, yazdığımız risalelerde; ezcümle, Yirmi Dördüncü Sözün Üçüncü Dalında On İki Asıl ile ve Dördüncü Dalında, ve On Dokuzuncu Mektubun vahyin taksimatına dair mukaddimesindeki bir esasında tafsilâta iktifaen, burada icmalen o hakikate bir işaret ederiz. Şöyle ki:
Melâike, insan gibi bir surete inhisar etmez; müşahhas iken, bir küllî hükmündedir. Hazret-i Azrail aleyhisselâm, kabz-ı ervaha müvekkel olan melâikelerin nâzırıdır.
Her ölünün ruhunu Hazret-i Azrail aleyhisselâm mı bizzat kabzediyor, yoksa aveneleri mi kabzediyorlar? Bu hususta üç meslek var:
Birinci Meslek: Azrail aleyhisselâm, herkesin ruhunu kabzeder. Bir iş bir işe mâni olmaz, çünkü nuranîdir. Nuranî bir şey, hadsiz ayineler vasıtasıyla hadsiz yerlerde bizzat bulunabilir ve temessül eder. Nuranînin temessülâtı, o nuranî zatın hassasına maliktir; onun aynı sayılır, gayrı değildir. Güneşin ayinelerdeki misâlleri güneşin ziya ve hararetini gösterdiği gibi, melâike gibi ruhanilerin dahi, âlem-i misâlin ayrı ayrı ayinelerinde misâlleri, onların aynılarıdır, hassalarını gösterirler. Fakat ayinelerin kabiliyetine göre temessül ediyorlar. Nasıl ki Hazret-i Cebrail aleyhisselâm,