Hem سُبْحَانَ اللَّهِ diyen, hangi milletten olursa olsun, Cenâb-ı Hakkı takdis ettiğini anlar. İşte bu kadar kâfi gelmez mi? Eğer manasına kendi lisanıyla müteveccih olsa, akıl noktasında bir defa taallüm eder. Halbuki günde yüz defa tekrar eder. O yüz defa, aklın hisse-i taallümünden başka, lâfızdan ve lâfza sirayet eden ve imtizaç eden meal-i icmalî çok nurlara ve feyizlere medardır. Bahusus, tekellüm-ü ilâhî haysiyetiyle aldığı kudsiyet ve o kudsiyetten gelen feyizler ve nurlar çok ehemmiyetlidir.
Elhasıl: Zaruriyat-ı diniye mahfazaları olan elfaz-ı kudsiye-i ilâhiyenin yerine hiçbir şey ikame edilemez ve yerlerini tutamaz ve vazifelerini göremez. Ve muvakkat ifade etseler de, daimî, ulvî, kudsî ifade edemezler.
Amma nazariyat-ı diniyenin mahfazaları olan elfazlar ise, değiştirilmeye lüzum kalmaz. Çünkü nasihat ile ve sair tedris ve talim ve vaaz ile o ihtiyaç mündefi’ olur.
Elhasıl: Lisan-ı nahvî olan lisan-ı Arabînin câmiiyeti ve elfâz-ı Kur’aniyenin i’cazı öyle bir tarzdadır ki, kabil-i tercüme değildir, belki “muhaldir” diyebilirim. Kimin şüphesi varsa, i’caza dair Yirmi Beşinci Söze müracaat etsin. Tercüme dedikleri şeyler ise, gayet muhtasar ve nakıs bir mealdir. Böyle meal nerede; hayattar, çok cihetlerle teşaub etmiş ayatın hakikî manaları nerede?
***