Umum ehl-i marifetin ve tahkikin imamları, Sadi-i Şirazî gibi derler:
مُحَالَسْتْ سَعْدِى بَرَاهِ نَجَاتْ پ ظَفَرْ بُرْدَنْ جُزْ دَرْ پَىِ مُصْطَفٰى
Hem كُلُّ الطُّرُقِ مَسْدُودٌ اِلَّا الْمِنْهَاجَ الْمُحَمَّدِىَّ demişler.
Fakat bazen oluyor ki, cadde-i Ahmediye’de (a.s.m.) gittikleri halde, bilmiyorlar ki cadde-i Ahmediye’dir ve cadde-i Ahmediye dahilindedir.
Hem bazen oluyor ki, peygamberi bilmiyorlar; fakat gittikleri yol, cadde-i Ahmediyenin eczasındandır.
Hem bazen oluyor ki, bir keyfiyet-i meczubane veya bir hâlet-i istiğrakkârane veya bir vaziyet-i münzeviyane ve bedeviyane suretinde, cadde-i Muhammediyeyi düşünmeyerek, yalnız
لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ onlara kâfi geliyor.
Fakat bununla beraber, en mühim bir cihet budur ki: Adem-i kabul başkadır, kabul-ü adem başkadır. Bu çeşit ehl-i cezbe ve ehl-i uzlet veya işitmeyen veya bilmeyen adamlar, peygamberi bilmiyorlar veya düşünmüyorlar ki kabul etsinler. O noktada cahil kalıyorlar. Marifet-i ilâhiyeye karşı yalnız لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ biliyorlar. Bunlar ehl-i necat olabilirler.
Fakat peygamberi işiten ve davasını bilen adamlar onu tasdik etmezse, Cenâb-ı Hakkı tanımaz. Onun hakkında yalnız
لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ kelâmı, sebeb-i necat olan tevhidi ifade edemez. Çünkü o hâl, bir derece medar-ı özür olan cahilâne adem-i kabul değil; belki o kabul-ü ademdir ve o inkârdır. Mucizatıyla, âsarıyla kâinatın medar-ı fahri ve nev-i beşerin medar-ı şerefi olan Muhammed aleyhissalâtü vesselâmı inkâr eden adam, elbette hiçbir cihette hiçbir nura mazhar olamaz ve Allah’ı tanımaz. Her ne ise, şimdilik bu kadar yeter.