itimad eden, bedbahttır. Nefsinin ayıbını gören, bahtiyardır. Öyle ise sen bahtiyarsın. Fakat bazen olur ki, nefs-i emmare, ya levvameye veya mutmainneye inkılâb eder, fakat silâhlarını ve cihazatını âsaba devreder. Âsab ve damarlar ise, o vazifeyi âhir ömre kadar görür. Nefs-i emmare çoktan öldüğü halde, onun âsarı yine görünür. Çok büyük asfiya ve evliya var ki, nüfusları mutmainne iken, nefs-i emmareden şekva etmişler. Kalbleri gayet selim ve münevver iken, emraz-ı kalbden vaveylâ etmişler. İşte bu zatlardaki, nefs-i emmare değil, belki âsaba devredilen nefs-i emmarenin vazifesidir. Maraz ise, kalbî değil, belki maraz-ı hayalîdir. İnşaallah, aziz kardeşim, size hücum eden nefsiniz ve emraz-ı kalbiniz değil, belki mücahedenin devamı için beşeriyet itibariyle âsaba intikal eden ve terakkiyat-ı daimiye sebebiyet veren dediğimiz gibi bir hâlettir.
***
İkinci Mesele
Eski hocanın sual ettiği üç meselenin izahatı, Risale-i Nur’un eczalarında vardır. Şimdilik icmalî bir işaret edeceğiz.
Birinci Suali: Muhyiddin-i Arabî, Fahreddin-i Râzî’ye mektubunda demiş: “Allah’ı bilmek, varlığını bilmenin gayrıdır.” Bu ne demektir, maksad nedir? Soruyor.
Evvelâ: Ona okuduğun Yirmi İkinci Sözün Mukaddimesinde tevhid-i hakikî ile tevhid-i zâhirînin farkındaki misâl ve temsil, maksada işaret eder. Otuz İkinci Sözün İkinci ve Üçüncü Mevkıfları ve Makasıdları, o maksadı izah eder.