bizzat her cihetçe imam olamazdı, herkese mürşid-i mutlak olamazdı, bütün ahvaliyle rahmeten li’l-âlemîn olamazdı. Aynen öyle de, Kur’an-ı Hakîm, ehl-i şuura imamdır, cin ve inse mürşiddir, ehl-i kemale rehberdir, ehl-i hakikate muallimdir. Öyle ise, beşerin muhaveratı ve üslûbu tarzında olmak zarurî ve kat’îdir. Çünkü, cin ve ins münacatını ondan alıyor, duasını ondan öğreniyor, mesailini onun lisanıyla zikrediyor, edeb-i muaşereti ondan taallüm ediyor ve hakeza, herkes onu merci yapıyor. Öyle ise, eğer Hazret-i Musa aleyhisselâmın Tûr-i Sina’da işittiği kelâmullah tarzında olsaydı, beşer bunu dinlemekte ve işitmekte tahammül edemezdi ve merci edemezdi. Hazret-i Musa aleyhisselâm gibi bir ulû’l-azm, ancak birkaç kelâmı işitmeye tahammül etmiştir. Musa aleyhisselâm demiş:
اَهٰكَذَا كَلَامُكَ قَالَ اللّٰهُ لِى قُوَّةُ جَمِيعِ الْاَلْسِنَةِ
Şeytan yine döndü, dedi ki:
“Kur’an’ın mesaili gibi, çok zatlar o çeşit mesaili din namına söylüyorlar. Onun için, bir beşer, din namına böyle bir şey yapmak mümkün değil mi?”
Cevaben, Kur’an’ın nuruyla dedim ki:
Evvelâ: Dindar bir adam, din muhabbeti için, “Hak böyledir, hakikat budur, Allah’ın emri böyledir” der. Yoksa, Allah’ı kendi keyfine konuşturmaz. Hadsiz derece haddinden tecavüz edip, Allah’ın taklidini yapıp, Onun yerinde konuşmaz.
فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَبَ عَلَى اللّٰهِ düsturundan titrer.