başta nev-i beşer ve onun başında âlem-i İslâm ve onun başında Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmın muazzam olan duası, bir sebeb-i hilkat-i âlemdir. Yani, Hâlik-ı âlem, istikbalde o zatı, nev-i beşer namına, belki mevcudat hesabına bir saadet-i ebediye, bir mazhariyet-i esma-i ilâhiye isteyecek bilmiş, o gelecek duayı kabul etmiş, kâinatı halketmiş.
Madem duanın bu derece azim ehemmiyeti ve vüs’ati vardır. Hiç mümkün müdür ki, bin üçyüz elli senede, her vakitte, nev-i beşerden üç yüz milyon, cin ve ins ve melek ve ruhaniyattan had ve hesaba gelmez mübarek zatlar, bil-ittifak zat-ı Muhammedî aleyhissalâtü vesselâm hakkında rahmet-i uzma-yı ilâhiye ve saadet-i ebediye ve husul-ü maksud için duaları nasıl kabul olmasın! Hiçbir cihetle mümkün müdür ki, o duaları reddedilsin!
Madem bu kadar külliyet ve vüs’at ve devam kesb edip lisan-ı istidat ve ihtiyac-ı fıtrî derecesine gelmiş. Elbette o zat-ı Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâm, dua neticesi olarak öyle bir makam ve mertebededir ki, bütün ukul toplansa, bir akıl olsalar, o makamın hakikatini tamamıyla ihata edemezler.
İşte, ey Müslüman, senin rûz-i mahşerde böyle bir şefiin var. Bu şefiin şefaatini kendine celb etmek için, sünnetine ittiba et.
Eğer desen: Madem o Habibullahtır. Bu kadar salâvat ve duaya ne ihtiyacı var?
Elcevap: O zat (a.s.m.) umum ümmetinin saadetiyle alâkadar ve bütün efrad-ı ümmetinin her nevi saadetleriyle hissedardır ve her nevi musibetleriyle endişedardır. İşte, kendi hakkında meratib-i saadet ve kemalât hadsiz olmakla beraber, hadsiz efrad-ı ümmetinin, hadsiz bir zamanda, hadsiz enva-ı saadetlerini hararetle arzu eden ve hadsiz enva-ı şekavetlerinden müteessir olan bir zat, elbette hadsiz salâvat ve dua ve rahmete lâyıktır ve muhtaçtır.