Belâ vereni buldunsa eğer, safâ-ender, vefa-ender, atâ-ender
belâdır bil!
Madem öyle, bırak şekvayı, şükret; çûn belâbîl, demâ keyfinden güler hep gül mül.
Ger bulmazsan, bütün dünya cefa-ender, fenâ-ender, heba-ender belâdır bil.
Cihan dolu belâ başında varken, ne bağırırsın küçücük bir belâdan, gel tevekkül kıl.
Tevekkül ile belâ yüzünde gül, tâ o da gülsün. O güldükçe küçülür, eder tebeddül.
Hem üstadlarımdan Mevlâna Celâleddin’in nefsine dediği gibi dedim:
اُو گُفْتْ اَلَسْتُ و تُو گُفْتٖى بَلٰى شُكْرِ بَلٰى چٖيسْتْ كَشٖيدَنْ بَلَا
سِرِّ بَلَا چٖيسْتْ كِه يَعْنٖى مَنَمْ حَلْقَه زَنِ دَرْگَهِ فَقْر و فَنَا
O vakit nefsim dahi; “Evet, evet! Acz ve tevekkül ile fakr ve iltica ile nur kapısı açılır, zulmetler dağılır. اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلٰى نوُرِ الْاٖيمَانِ وَ الْاِسْلَامِ ”dedi.
Meşhur Hikem-i Atâiyye'nin şu fıkrası, مَاذاَ وَجَدَ مَنْ فَقَدَهُ وَمَاذَا فَقَدَ مَنْ وَجَدَهُ yani, “Cenab-ı Hakkı bulan neyi kaybeder? Ve Onu kaybeden neyi kazanır? ”; yani, “Onu bulan her şeyi bulur.