Hem o cüz’iyatı icad eden kim ise, cüz’iyatı ihata eden unsurları ve semavat ve arzı dahi o halketmiştir. Çünkü, görüyoruz ki, cüz’iyat, külliyata nisbeten birer çekirdek, birer küçük nüsha hükmündedir. Öyle ise, o cüz’îleri halkeden Zatın elinde, anasır-ı külliye ve semavat ve arz bulunmalıdır. Tâ ki, hikmetinin düsturlarıyla ve ilminin mizanlarıyla o küllî ve muhit mevcudatın hülâsalarını, manalarını, numunelerini, o küçücük misal-i musağğarlar hükmünde olan cüz’iyatta derc edebilsin. Evet, acaib-i sanat ve garaib-i hilkat noktasında cüz’iyat külliyattan geri değil; çiçekler yıldızlardan aşağı değil; çekirdekler ağaçların mâdûnunda değil; belki çekirdekteki nakş-ı kader olan manevî ağaç, bağdaki nesc-i kudret olan mücessem ağaçtan daha aciptir. Ve hilkat-i insaniye, hilkat-i âlemden daha aciptir. Nasıl ki bir cevher-i ferd üstünde, esîr zerratıyla bir Kur’an-ı hikmet yazılsa, semavat yüzündeki yıldızlarla yazılan bir Kur’an-ı azametten kıymetçe daha ehemmiyetli olabilir. Öyle de, çok küçük cüz’iyatlar var, mucizat-ı sanatça külliyattan üstündür.
Beşincisi: Sabık beyanatımızda, icad-ı mahlûkatta görünen hadsiz kolaylık, gayet derecede çabukluk, nihayetsiz sürat-i ef’al, nihayetsiz suhuletle icad-ı eşyanın sırlarını, hikmetlerini bir derece gösterdik. İşte şu nihayetsiz sürat ve hadsiz suhuletle vücud-u eşya, ehl-i hidayete şöyle kat’î bir kanaat verir ki: Mahlûkatı icad eden Zatın kudretine nisbeten Cennetler baharlar kadar; baharlar bahçeler kadar; bahçeler çiçekler kadar kolay gelir. مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ sırrıyla, nev-i beşerin haşir ve neşri, bir tek nefsin imate ve ihyası gibi suhuletlidir.
اِنْ كَانَتْ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً فَاِذَاهُمْ جَمِيعٌ لَدَيْنَا مُحْضَرُونَ
tasrihiyle,