belki Hâlik-ı kâinat onu konuşturuyor, ders veriyor, onunla ders verdiriyor. Öyle ise, onun sıdk ve hakkaniyeti, bu dört gayet kuvvetli esasların icmaına istinad eder.
Beşinci Esas: Hem o tercüman-ı Kelâm-ı Ezelî, ervahları görüyor, melâikelerle sohbet ediyor, cin ve insi de irşad ediyor. Değil ins ve cin âlemi, belki âlem-i ervah ve âlem-i melâike fevkinde ders alıyor ve mâverasında münasebeti var ve ıttılaı vardır. Sabık mucizatı ve tevatürle kat’î macera-yı hayatı şu hakikati isbat etmiştir. Öyle ise, kâhinler ve sair gaibden haber verenler gibi, onun haberlerine değil cin, değil ervah, değil melâike, belki Cibril’den başka melâike-i mukarrebîn dahi karışamıyor. Hatta, ekser evkatta onun arkadaşı olan Hazret-i Cebrail’i dahi bazı geri bırakıyor.
Altıncı Esas: Hem o –melek, cin ve beşerin seyyidi olan– zat, şu kâinat ağacının en münevver ve mükemmel meyvesi ve rahmet-i ilâhiyenin timsali ve muhabbet-i rabbaniyenin misâli ve hakkın en münevver bürhanı ve hakikatin en parlak siracı ve tılsım-ı kâinatın miftahı ve muamma-yı hilkatin keşşafı ve hikmet-i âlemin şârihi ve saltanat-ı ilâhiyenin dellâlı ve mehasin-i sanat-ı rabbaniyenin vassafı; ve camiiyet-i istidat cihetiyle o zat mevcudattaki kemalâtın en mükemmel enmuzecidir. Öyle ise, o zatın şu evsafı ve şahsiyet-i maneviyesi işaret eder, belki gösterir ki, o zat kâinatın illet-i gaiyesidir. Yani, “O zata şu kâinatın Hâlikı bakmış, kâinatı halketmiştir. Eğer onu icad etmesiydi, kâinatı dahi icad etmezdi” denilebilir. Evet, cin ve inse getirdiği hakaik-i Kur’aniye ve envar-ı imaniye ve zatında görünen ahlâk-ı âliye ve kemalât-ı samiye, şu hakikate şahid-i katı’dır.