Ebu Hureyre demiş ki: Bir gazvede (başka bir rivayette, Gazve-i Tebük’te), ordu aç kaldı. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ferman etti: هَلْ مِن شَىْءٍ “Bir şey var mı?” diye emretti. Ben dedim: “Heybede bir parça hurma var.” (Bir rivayette, on beş tane imiş.) Dedi: “Getir.” Getirdim. Mübarek elini soktu, bir kabza çıkardı, bir kaba bıraktı, bereketle dua buyurdular. Sonra onar onar askeri çağırdı, umumen yediler. Sonra ferman etti: خُذْ مَا جِئْتَ بِهٖ وَاقْبِضْ عَلَيْهِ وَلَا تَكُبَّهُ Ben aldım, elimi o heybeye soktum. Evvel getirdiğim kadar elime geçti. Sonra Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm hayatında, Ebu Bekir ve Ömer ve Osman hayatında o hurmalardan yedim. (Başka bir tarikte rivayet edilmiş ki: O hurmalardan kaç yük, fîsebilillâh sarf ettim. Sonra Hazret-i Osman’ın katlinde o hurma, kabıyla nehb ve gârat edildi, gitti.) 1
İşte, hoca-i kâinat olan Fahr-i Âlem aleyhissalâtü vesselâmın kudsî medresesi ve tekyesi olan Suffenin demirbaş bir mühim talebesi ve müridi ve kuvve-i hafızanın ziyadesi için dua-yı nebeviyeye mazhar olan Hazret-i Ebu Hureyre, Gazve-i Tebük gibi bir mecma-ı nasta vukuunu haber verdiği şu mucize-i bereket, manen bir ordu sözü kadar kat’î ve kuvvetli olmak gerektir.
On Altıncı Misâl: Başta Buharî, kütüb-ü sahiha nakl-i kat’î ile beyan ediyorlar ki:
Hazret-i Ebu Hureyre aç olmuş. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın arkasından gidip menzil-i saadete gitmişler. Bakarlar ki, bir kadeh süt oraya hediye getirilmiş. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm emretti ki: “Ehl-i Suffeyi çağır.” Ben kalbimden dedim ki: “Bu sütün bütününü ben içebilirim; ben daha ziyade muhtacım.” Fakat emr-i nebevî için onları topladım, getirdim. Yüzü mütecaviz idiler. Ferman etti: “Onlara içir.”