Şimdi, binden dokuz yüz doksan dokuz hisse sahibi olan o Hâlik-ı Rahîm, mukteza-yı rahmet ve hikmet olarak o çocuğu senin elinden alsa, hizmetine hatime verse, surî bir hisse ile hakiki bin hisse sahibine karşı şekvayı andıracak bir tarzda meyusane hüzün ve feryat etmek ehl-i imana yakışmaz, belki ehl-i gaflet ve dalâlete yakışıyor.
DÖRDÜNCÜ NOKTA
Eğer dünya ebedî olsaydı, insan içinde ebedî kalsaydı ve firak ebedî olsaydı, elîmâne teessürat ve meyusane teellümâtın bir manası olurdu. Fakat madem dünya bir misafirhanedir; vefat eden çocuk nereye gitmişse, siz de, biz de oraya gideceğiz. Ve hem bu vefat ona mahsus değil, umumî bir caddedir. Hem madem mufarakat dahi ebedî değil; ileride hem berzahta, hem Cennette görüşülecektir. اَلْحُكْمُ لِلّٰهِ demeli. “O verdi, o aldı. اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلٰى كُلِّ حَالٍ deyip sabırla şükretmeli.
BEŞİNCİ NOKTA
Rahmet-i ilâhiyenin en lâtif, en güzel, en hoş, en şirin cilvelerinden olan şefkat; bir iksir-i nuranîdir, aşktan çok keskindir. Çabuk Cenâb-ı Hakka vusûle vesile olur. Nasıl aşk-ı mecazî ve aşk-ı dünyevî, pek çok müşkilâtla aşk-ı hakikîye inkılâb eder, Cenâb-ı Hakkı bulur. Öyle de, şefkat, fakat müşkilâtsız, daha kısa, daha safi bir tarzda, kalbi Cenâb-ı Hakka rapteder.
Gerek peder ve gerek valide, veledini bütün dünya gibi severler. Veledi elinden alındığı vakit, eğer bahtiyar ise, hakiki ehl-i iman ise, dünyadan