işaret ettiğimiz ihsana karşı muhabbete kıyas edilsin. Kâfir ise, küfür cihetiyle, hadsiz bir adavet eder. Hatta kâinata ve mevcudata karşı zalimane ve tahkirkârane bir adavet taşıyor.
İkinci Nokta: Muhabbetullah, ittiba-ı sünnet-i Muhammediye aleyhissalâtü vesselâmı istilzam eder. Çünkü Allah’ı sevmek, Onun marziyatını yapmaktır. Marziyatı ise, en mükemmel bir surette zat-ı Muhammediyede (a.s.m.) tezahür ediyor. Zat-ı Ahmediyeye (a.s.m.) harekât ve ef’alde benzemek iki cihetledir.
Birisi: Cenab-ı Hakkı sevmek cihetinde emrine itaat ve marziyatı dairesinde hareket etmek, o ittibaı iktiza ediyor. Çünkü bu işte en mükemmel imam, zat-ı Muhammediye dir (a.s.m.).
İkincisi: Madem zat-ı Ahmediye (a.s.m.) insanlara olan hadsiz ihsanat-ı ilâhiyenin en mühim bir vesilesidir; elbette Cenab-ı Hak hesabına hadsiz bir muhabbete layıktır. İnsan, sevdiği zata eğer benzemek kabilse, fıtraten benzemek ister. İşte, Habibullahı sevenlerin, sünnet-i seniyyesine ittiba ile ona benzemeye çalışmaları, kat’iyen iktiza eder.
Üçüncü Nokta: Cenab-ı Hakkın hadsiz merhameti olduğu gibi, hadsiz bir muhabbeti de vardır. Bütün kâinattaki masnuatın mehasini ile ve süslendirmesiyle kendini hadsiz bir surette sevdirdiği gibi; masnuatını, hususan, sevdirmesine sevmekle mukabele eden zîşuur mahlûkatı sever. Cennetin bütün letaif ve mehasini ve lezaizi ve niamatı bir cilve-i rahmeti olan bir Zatın nazar-ı muhabbetini kendine celbe çalışmak ne kadar mühim ve âli bir maksat olduğu bilbedahe anlaşılır. Madem, nass-ı kelamıyla, Onun muhabbetine, yalnız ittiba-ı sünnet-i Ahmediye (a.s.m.) ile mazhar olunur; elbette ittiba-ı sünnet-i Ahmediye (a.s.m.) en büyük bir maksad-ı insanî ve en mühim bir vazife-i beşeriye olduğu tahakkuk eder.
ON BİRİNCİ NÜKTE
Üç Meseledir.
Birinci Mesele: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın sünnet-i seniyyesinin menbaı üçtür: Akvali, ef’ali, ahvalidir. Bu üç kısım dahi üç kısımdır: Feraiz, nevafil, âdat-ı hasenesidir. Farz ve vacip kısmında ittibaa mecburiyet var; terkinde azab ve ikab vardır. Herkes ona ittibaa mükelleftir. Nevafil kısmında, emr-i istihbabî ile, yine ehl-i iman mükelleftir; fakat terkinde azab ve ikab yoktur. Fiilinde ve ittibaında azim sevaplar var. Ve tağyir ve tebdili bid’a ve dalâlettir ve büyük hatadır. Âdat-ı seniyyesi ve harekât-ı müstahsenesi ise, hikmeten, maslahaten, hayat-ı şahsiye ve nev’iye ve içtimaiye itibariyle onu taklit ve ittiba etmek gayet müstahsendir. Çünkü her bir hareket-i âdiyesinde çok menfaat-i hayatiye bulunduğu gibi, mütabaat etmekle, o âdâb ve âdetler ibadet hükmüne geçer.