BEŞİNCİSİ: مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ وَالَّذٖينَ مَعَهُ اَشِدَّٓاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَٓاءُ بَيْنَهُمْ تَرٰيهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا ilâ âhir... Şu ayetin başı, sahabelerin enbiyadan sonra nev-i beşer içinde en mümtaz olduklarına sebep olan secaya-yı âliye ve mezaya-yı galiyeyi haber vermekle, mana-yı sarihiyle, tabakat-ı sahabenin istikbalde muttasıf oldukları ayrı ayrı mümtaz has sıfatlarını ifade etmekle beraber; mana-yı işarisiyle, ehl-i tahkikçe vefat-ı Nebevîden sonra makamına geçecek hulefa-i raşidîne hilâfet tertibi ile işaret edip, her birisinin en meşhur medar-ı imtiyazları olan sıfat-ı hassayı dahi haber veriyor.
Şöyle ki: وَالَّذٖينَ مَعَهُ maiyyet-i mahsusa ve sohbet-i hassa ile ve en evvel vefat ederek yine maiyyetine girmekle meşhur ve mümtaz olan Hazret-i Sıddık’ı gösterdiği gibi, اَشِدَّٓاءُ عَلَى الْكُفَّارِ ile, istikbalde küre-i arzın devletlerini fütûhatıyla titretecek ve adaletiyle zalimlere saika gibi şiddet gösterecek olan Hazret-i Ömer’i gösterir. Ve رُحَمَٓاءُ بَيْنَهُمْ ile, istikbalde en mühim bir fitnenin vukuu hazırlanırken, kemal-i merhamet ve şefkatinden, İslâmlar içinde kan dökülmemek için ruhunu feda edip teslim-i nefs ederek Kur’an okurken mazlûmen şehid olmasını tercih eden Hazret-i Osman'ı da haber verdiği gibi, تَرٰيهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنَ اللّٰهِ وَ رِضْوَانًا saltanat ve hilâfete kemal-i liyakat ve kahramanlıkla girdiği halde ve kemal-i zühd ve ibadet ve fakr ve iktisadı ihtiyar eden ve rükû ve sücudda devamı ve kesreti herkesçe musaddak olan Hazret-i Ali’nin (r.a.) istikbaldeki vaziyetini ve o fitneler içindeki harpleriyle mesul olmadığını ve niyeti ve matlubu fazl-ı ilâhî olduğunu haber veriyor.
ALTINCISI: ذٰلِكَ مَثَلُهُمْ فِى التَّوْرٰيةِ fıkrası, iki cihet ile ihbar-ı gaybîdir.
Birincisi: Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâm gibi ümmî bir zata nisbeten gayb hükmünde olan Tevrat'taki evsaf-ı sahabeyi haber veriyor. Evet, Tevrat’ta, On Dokuzuncu Mektubda beyan edildiği gibi, ahir zamanda gelecek Peygamberin sahabeleri hakkında Tevrat’ta bu fıkra var: “Kudsîlerin bayrakları beraberlerindedir.” Yani, onun sahabeleri ehl-i taat ve ibadet ve ehl-i salâhat ve velayettirler ki, o vasıfları “kudsîler” yani “mukaddes” tabiriyle ifade etmiştir. Tevrat’ın pek çok ayrı ayrı lisanlara tercüme edilmesi vasıtasıyla o kadar tahrifat olduğu halde, şu Sûre-i Feth’in مَثَلُهُمْ فِى التَّوْرٰيةِ hükmünü müteaddit âyatıyla tasdik ediyor.