Evet, vahdetü’l-vücuddan bahseden, fikren serâdan Süreyyaya çıkarak, kâinatı arkasında bırakıp nazarını arş-ı âlaya diken, istiğrakî bir surette kâinatı madum sayıp her şeyi doğrudan doğruya kuvvet-i iman ile Vahid-i Ehadden görebilir. Yoksa, kâinatın arkasında durup kâinata bakan ve önünde esbabı gören ve ferşten nazar eden, elbette esbab içinde boğulup tabiat bataklığına düşmek ihtimali var. Fikren arşa çıkan, Celâleddin-i Rumî gibi diyebilir: “Kulağını aç! Herkesten işittiğin sözleri, fıtrî fonoğraflar gibi, Cenâb-ı Haktan işitebilirsin.” Yoksa, Celâleddin gibi bu derece yükseğe çıkamayan ve ferşten arşa kadar mevcudatı ayine şeklinde görmeyen adama “Kulak ver, herkesten kelâmullahı işitirsin” desen, manen arştan ferşe sukut eder gibi, hilâf-ı hakikat tasavvuratı bâtılaya giriftar olur.
قُلِ اللّٰهُ ثُمَّ ذَرْهُمْ فٖى خَوْضِهِمْ يَلْعَبُونَ
مَا لِلتُّرَابِ وَ لِرَبِّ الْاَرْبَابِ سُبْحَانَ مَنْ تَقَدَّسَ عَنِ الْاَشْبَاهِ ذَاتُهُ وَتَنَزَّهَتْ عَنْ مُشَابَهَةِ الْاَمْثَالِ صِفَاتُهُ وَشَهِدَ عَلٰى رُبُوبِيَّتِهٖ اٰيَاتُهُ جَلَّ جَلَالُهُ وَلَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ
Said Nursî
***