Belki Hâlik-ı kâinatın tarafından rahmet hazinesinde ve kâinatın büyük tezgâhından ihzar edilmiş bir nimet olarak, رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ ünvan-ı haşmetiyle de küre-i arz sekenesinin hâcâtına medar olmak için demiri inzal etmiş, indirmiş diye, demirdeki umumî menfaati ifade için, güya demirin gökten gelen rahmet, hararet ve ziya gibi öyle şümullü faideleri var ki, kâinat tezgâhından gönderiliyor, küre-i arzın dar anbarından değil. Belki kâinat sarayındaki büyük hazine-i rahmetten ihzar edilerek gönderilip, küre-i arzın anbarında yerleştirilmiş; o anbardan asırların ihtiyacına nisbeten parça parça ihraç ediliyor.
Kur’an-ı Azîmüşşan, bu küçük anbardaki parça parça çıkarılan demiri, yalnız “sarf etmek” manasını ifade etmek istemiyor. Belki hazine-i kübradan o nimet-i azîmeyi küre-i arz ile beraber indirdiğini ifade etmek için; yani, bu küre-i arz hanesine en lâzım şey demirdir ki, Hâlik-ı Zülcelâl, güya küre-i arzı güneşten ayırıp insanlar için indirdiği zaman, demiri de beraber inzal etmiş ve ekser ihtiyacı beşer onunla temin edilmiştir. Kur’an-ı Hakîm, “Bu demirle işlerinizi görünüz ve onu çıkarmaya çalışarak istifade ediniz” diye, mucizane ferman ediyor.
Bu ayette hem def-i a’dâya, hem celb-i menafie medar iki nimet beyan ediyor. Nüzûl-u Kur’an’dan evvel demirle ehemmiyetli menafi-i beşeriye temin edildiği görülmüş. Fakat istikbalde demirin gayet harika ve muhayyirü’l-ukul bir surette, denizde, havada ve karada gezerek küre-i arzı musahhar edip, mevt-âlûd bir harika kuvveti gösterdiğini ifade için, فِيهِ بَأْسٌ شَدِيدٌ kelimesiyle ihbar-ı gaybî nev’inden bir lem’a-i i’caz gösteriyor.
***